TERÖRSÜZ TÜRKİYE SÜRECİNDEKİ TUZAKLAR

"Terörsüz Türkiye" Türkiye’nin bölünüp parçalanmasını isteyen ecnebiler ve onların kuklaları dışında her kesimin arzu ettiği bir hedeftir. Şurası muhakkak ki, terörün bitmesi ve kardeşliğin benimsenmesi Türkiye için büyük bir dönüşümdür. Ancak bu dönüşüm, hem fırsatlar hem de zorluklar barındıran bir süreçtir. Çünkü bu süreç mevcut siyasi, ekonomik ve bürokratik düzenin bazı taşlarını yerinden oynatabilir. Özellikle [Türk veya Kürt], menfi milliyetçilik damarını taşıyan grupların süreci yavaşlatan, direnç gösteren veya hedefinden saptıran roller oynayabileceklerini hesaba katmamız lazım.
Önce aşırı Türk milliyetçilerinin sürece verebilecekleri zararları özetleyelim:
Sahada gözlemlediğimize göre Türk Milliyetçilerinin bazıları, Kürt sorunuyla bağlantılı olan Terörsüz Türkiye sürecini, devletin Kürtlere taviz vermesi şeklinde veya bir bölünme süreci olarak algılıyor. Hükümet “taviz yok” garantisini verdiği halde özellikle “Barış, çözüm ve müzakere” kavramlarına korku ve endişeyle yaklaşıyorlar. Bu kavramların siyasi ve kültürel özerkliğe yol açmasından ciddi kaygı duyuyorlar. Mesela, yapılacak yasal düzenlemelerde anadilde eğitim, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve “Kürt halkı” ifadesinin resmileşmesi, bu aşırımilliyetçi kesimi çokendişelendiriyor. Bu kavramları, ülke bütünlüğüne bir tehdit olarak yorumluyorlar.
Terörün tamamen sona ermesi ve normalleşmenin başlaması, aynı zamanda çok kültürlülük ve eşit vatandaşlık taleplerini de gündeme getirecektir. Bu da, bazı milliyetçiler açısından Türk kimliğinin geriye itilmesi anlamına gelir.Muhtemelen yapılacak yasal düzenlemelerde, “Ne mutlu Türküm diyene” gibi sembolik ifadelerin kamusal alandan çıkarılması [ki çıkarılması gerekir] ve Atatürk milliyetçiliği yerine daha olumlu bir vatandaşlık tanımı getirilmesi gibi adımlar, aşırı milliyetçi kesimin direnciyle karşılaşabilir.
Milliyetçi çevreler, yerinden yönetim, âdem-i merkeziyetçilik, eyalet sistemi gibi kavramlara genel olarak endişeyle bakarlar.Terörün bitmesiyle birlikte bu kavramlar daha açık biçimde tartışılmaya başlanırsa, milliyetçiler ciddi reaksiyon gösterebilirler.Milliyetçi damar tarih içinde TSK, MİT ve emniyet gibi kurumlarla güçlü bağlar kurmuştur. Hatta bu kurumların içerisinde de "tehdit algısı" üzerine kurulu güçlü refleksler vardır.Terörsüz Türkiye süreci, bu yapılar içinde rahatsızlık yaratabilir; milliyetçi aktörler de bu rahatsızlığı siyasal alana taşıyabilirler.Nitekim şimdiden iyi parti bu görevi üstlenmiş görünüyor.
KısacasıTürk milliyetçileri, Türkiye’nin bütünlüğünü ve Türk kimliğini koruma refleksiyle bu olumlu dönüşüm sürecine ciddi endişelerle yaklaşıyorlar. Bu, tamamen irrasyonel değildir; zira arka planda geçmişte yaşanmıştravmalar, şehit yakınlarının gözyaşlarıve yaşanan güven bunalımları vardır.
Bu aşırı milliyetçiler daha rasyonel düşünseler daha iyi olur. Çünkü terörsüz Türkiye projesi başarılı olursa onlara büyük zarar verebilir. Şöyle ki: Bu milliyetçi partiler ve gruplar, bugüne kadar terörle mücadele söylemi üzerinden politik bir meşruiyet kazandılar. Ne var ki terörsüz bir Türkiye, bu aktörlerin siyasi ajandasını bir anda boşaltabilir. Mesela milliyetçi partilerin parlamentodaki etkisi azalabilir, seçmen talepleri ekonomik ve sosyal alanlara kayabilir. “Bekâ” meselesi gündemden çıkacağı için siyasal mevzilerini tümüyle kaybedebilirler.
Şimdi de Kürt milliyetçilerinin sürece verebilecekleri zararlara bakalım:
Cumhur ittifakı, “Dem Parti Kürt vatandaşlarımızı temsil etmez” dese de, doğu ve güneydoğunun birçok vilayetinde yüzde yetmişten fazla oy alan DEM parti, gerçekten Kürt milliyetçilerini temsil diyor.Ne var ki, Dem partinin elde ettiği mevziler ve meşruiyet ya da yerelde kendisine verilenhalk desteği onu güç zehirlenmesine sürükleyebilir. Yani onu, kendinde hak görme ve diyaloğu terk etme gibi muvazeneyi bozacakbir yola sevk edebilir. Peki,güç zehirlenmesine kapılan DEM parti ne gibi olumsuz şeyler yapabilir?
Mesela şunları yapabilirler:DEM’in ana kadroları istemese de bazı üyeleri, öz yönetim talebi, anayasada Kürtlerden söz edilmesi ve özerklik gibi Türkiye kamuoyu açısından agresif sayılacak taleplerde bulunup süreci baltalayabilirler. Keza, toplumun diğer kesimleriyle köprü kurmak yerine kimlik siyasetine yoğunlaşıp karşılıklı radikalleşmeye sebep olabilirler. “Kazandığımız belediyeler Kürt halkının belediyeleridir. Kimse halkımızın kendi kendini yönetmesine engel olamaz” deyip belediyelerde kendilerinden olmayan Kürtleri dışlayarak ve adam kayırarak otoriter ve totaliter bir yapı oluşturabilirler.
Peki, Kürt milliyetçilerinin bu tavırları nelere sebep olabilir?DEM Parti radikalleştikçe, Türk milliyetçisi kamuoyu da "Bakın, biz ne kadar da haklıydık" diyecek ve karşılıklı söylemler daha da sertleşecek. Bu da kutuplaşmayı derinleştirir. Özellikle yangına körükle giden sosyal medyada küçük olaylar bile büyük yangınlara dönüşebilir.Milliyetçi çevreler "Bakın, bunlara alan açılınca neler söylüyorlar" diye diye güvenlikçi yöntemlerin yeniden önünü açmak isteyebilirler. Bu da barış için çaba gösteren siyasal çözüm yollarını tıkar.
İyi Partiden Yavuz Aydın’ın sözleri, derin kutuplaşmanın işaretlerini veriyor: “Bizler bu sürecin muhataplarıyla asla ve asla muhataplaşmayacağız, Türk milletinin onurunu zedeleyecek her girişimin karşısında dimdik duracağız. Türkiye’yi Türksüzleştirmeyeceğiz, Cumhuriyeti Yıktırmayacağız.”
2013’teki Çözüm Süreci’nde de benzer şeyler yaşandı. O zamanki Kürt hareketi, Türkiye kamuoyu nezdinde toplumsal meşruiyetini genişletme yerine bazı yerlerde devlet boşluğundanistifade ederek silah ve cephane teminine göz yumdu ve böyle bir ihaneti devletten gizledi.Bunun üzerine devlet ve milliyetçiler “Gerçekten bu konuda biz çok ileri gittik ve tavizler verdik” diyerek çözüm sürecini bitirdiler.
Peki, sürecin başarıyla sonuçlanması için ne yapılmalı?
Her şeyden önce DEM Parti, sadece Kürt halkının değil, Türkiye halkının bir temsilcisi gibi davranmalıdır. Türkiye’nin bayrağına, İstiklal marşına ve tarihsel kahramanlıklara yabancı kalmamalıdır. Güç kazandıkça “Herkes haddini bilsin, kazanılan haklardan geri dönülemez” gibi sloganları atmamalı, “Daha çok kapsayıcı olmalıyız” demelidir. Milliyetçi çevreler de refleks siyaseti yerine stratejik düşünmeli. İstenilen her özgürlüğe “bölünme” gözüyle bakmak yerine “Nasıl bir yönetim sistemi bizi bölmeden hepimizi kapsar?” diye araştırmalıdır.
Kısacası, DEM Parti’nin muhtemel bir “güç sarhoşluğu”, sadece kendi meşruiyetini değil, Türkiye’deki demokratikleşme hayalini de baltalayabilir.Ve bu, sadece Türk milliyetçiliğini değil, devlet reflekslerini de geri çağırır. Şahinlerin sesi çok yüksek çıkar ve kazanılan birçok demokratik haklar kaybolabilir.Daha açık bir ifadeyle, DEM'in dozu kaçarsa, MHP'nin dili de sertleşirve devlet eski reflekslerine geri döner. Bu nedenle süreci yöneten siyasi aktörler için asıl mesele itidal-i demdir. Şu da bilinmeli ki, önemli olan kazanmak değil, kazandıklarını ileriye taşıyabilmektir.