banner2

Divan-ı Harb-i Örfi adlı eser incelendiğinde mahkemede Bediüzzaman'ın iki soruya muhatap olduğu görülür. Bunlardan birisi “Sen de şeriat istemiş misin?”, ikincisi de “İttihad-i Muhammediye dahil misin?” Bediüzzaman müdafaasında bu iki soruya etraflıca cevap vermektedir.  Mahkemede ilk konuşmaya başladığında çok önemli temel prensipler ortaya koymuştur. Mahkemenin psikolojik ortamı ve idama mahkum edilenlerin, hatta meydanda asılanların sayıca çokluğu dikkate alınırsa Bediüzzaman'ın bu sözleri, İttihat ve Terakki hükümetinin içinde yuvalanıp 31 Mart olaylarını tezgahlayan ve olağanüstü mahkemeyi kurduran sözde milliyetçi masonlara karşı bir meydan okuma biçiminde mütalaa edilmelidir. Kendisi özetle şöyle der:
“Ben bir talebeyim. Onun için her şeyi şeriat tartısıyla tartıyorum. Milliyetimizi yalnız İslamiyet biliyorum. Bu yüzden her şeyi İslamiyet nokta-i nazarından mütalaa ediyorum.... Bütün ruh-u canımla ahirete  gitmeye hazırım. Bu asılanlarla beraber gitmeye hazırım. Beni ahirete göndermek bana ceza değildir; elinizden gelirse beni vicdanen cezalandırınız. Aksi halde başka şekilde azab benim için azab değil, bir şandır. Bu haydut hükümet, istibdat zamanında akılla mücadele içindeydi, şimdi ise hayata düşmanlık ediyor. Eğer hükümet böyle olursa yaşasın delilik... Yaşasın ölüm... Zalimler için de yaşasın cehennem.”
Mahkemedeki sorguları anlatırken şöyle der:
“Mahkemenin başında herkese sordukları gibi bana da sordular: “Sen de şeriat istemiş misin?” Dedim ki, şeriatın bir tek hakikatına bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat sebeb-i saadet, adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilalcilerin isteyişi gibi değil. Hem dediler: “İttihad-i Muhammedi'ye dâhil misin?” Dedim: Ma'al-iftihar, en küçük efradındanım. Fakat benim tarif ettiğim vech ile... Ve o ittihattan olmayanlar, dinsizlerden başka kim olabilir? Söyleyiniz.”

Bediüzzaman, mahkemede yaptığı bu girişten sonra haksız yere tutuklandığını, aslında tebrik edilmesi gereken bir konumda olduğu halde divan-i harbe verildiğini, dolaylı bir şekilde anlatmaktadır. Vatandaşları, özellikle de İstanbul'daki hemşehrilerini isyana ve anarşiliğe karşı uyarmak amacıyla, vatan ve millet uğrunda yaptığı fedakârca çalışmaları “cinayet” kabul eden bir zihniyete karşı şaşkınlığını dile getirdikten sonra yaptığı bunca fedakârlıkları “on bir buçuk cinayet” olarak farklı bir üslupla dile getirmiştir.  Her cinayet başlığı altındaki hizmetlerini sıraladıktan sonra “Demek cinayet işledim ki, bu mahkemeye düştüm” diyerek mahkemeyi hazırlayan ve masum insanlara tuzak kuran zihniyeti zımnen tahkir etmektedir. Büyük fedakârlık,  hakiki hamiyetperverlik ve gerçek vatanperverlik olarak kabul edilmesi gereken hizmetlerini “cinayet” olarak adlandıran Bediüzzaman'ın bu cinayetlerini özet olarak sunmaya çalışacağız.  Şöyle der:
“Birinci cinayet, meşrutiyetin ilan edildiği günlerde, şarkta bazı ulema ve meşayih arasında meşrutiyetin dine tamamen aykırı sanılması üzerine, muhtemel karışıklıkları ve isyanları önlemek amacıyla ve meşrutiyetin aslında şeriata aykırı olmadığını ifade etmek için “Bediüzzzaman Molla Said-i Meşhur” ünvanıyla onlara telgraflar çektim.
“İkinci Cinayet, İstanbul'da, meşru bir meşrutiyet ve hürriyetin şeriata aykırı olmadığını camilerde vaazlarımla anlattım.
“Üçüncü Cinayet, İstanbul'daki 2030 bin hamalı aynı mevzuda irşat ettim.
Dördüncü Cinayet, Avrupalıların İslam'ı istibdada müsait bir rejim olarak göstermeleri üzerine, neşrettiğim makale ve nutuklarla onların bu mesnetsiz iddialarını çürütmeye çalıştım.
“Beşinci Cinayet,  gazetecilerin, çeşitli fikirlerle ortalığı karıştırmaları üzerine, anları edebe, istikamete ve hakka davet ettim.
“Altıncı Cinayet,  birçok toplantılara katılarak, heyecanlı insanların asayişe zarar vermemesi için yaptığım konuşmalarla halkı sakin olmaya davet ettim.
“Yedinci Cinayet, İttihad-i Muhammedi adıyla kurulan cemiyetin kötü emellere alet edilmemesi için o cemiyete dâhil oldum ve amacından sapmasını önledim.
“Sekizinci Cinayet, Ordunun ve askerlerin siyasi cemiyetlere katılmalarının çok zararlı olacağını bildiğimden, bunu engellemek amacıyla gazetelerde makaleler neşrettim ve bunu yüzde doksan nispetinde başardım.
“Dokuzuncu Cinayet,  31 Mart gününde bazı askerlerin isyan edeceklerini duydum. İsyandan iki gün sonra askerlere hitaben gazetelerde tesirli hitabeler neşrettim.
Onuncu Cinayet, bazı âlimlerle birlikte Harbiye nezaretindeki askerler içinde konuşmalar yaparak sekiz taburu itaate getirdim.
On birinci Cinayet, İstanbul'a gelişimin asıl amacı doğudaki cehalet ve perişanlığın tedavi çaresi olarak orada dini ve fenni ilimlerin bir arada okutulduğu bir üniversitenin açılmasını sağlamaktı. Bu amaçla durumu padişaha arz ettim.
Yarı Cinayet, Tahttan indirilen Padişaha uyarıcı nitelikte açık mektup şeklinde makaleler yazarak onu uzlaşmaya davet ettim.”

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.