banner2

                                                Prof. Dr. Bayram ALTAN

İslam Dini, hukuk kavramına büyük değer vermiş, hakların kaybolmaması için de gerekli  kuralları koymuştur. Bu sebeple hak mefhumu Müslümanlıkta önemli bir yer işgal eder.

Bunlardan üzerinde en çok durulanı da “kul hakkı” dediğimiz insanların kendi aralarında olan haklardır.

O halde, her Müslüman kendi hakkının sınırını bilmeli ve başkalarının  hukukuna saygılı davranmalıdır.

Yani kendi haklarını başka insanların tespit edilmiş haklarının sınırında bittiği şuuru içinde olmalıdır. Bu, vazgeçilmesi mümkün olmayan  kesin bir prensiptir.

Nitekim Hz. Peygamber meşhur veda hutbesinde “Ey insanlar; mallarınız, kanlarınız, ırzlarınız, şeref, haysiyet ve namuslarınız her türlü tecavüzden masundur.” (Riyazus Salihin, 1/262) buyurup konunun önemine dikkat çekmiştir.

Peygamberimizin açıklamalarına özenle baktığımızda bu hakların maddi ve manevi haklar olarak iki bölümde mütalaa edildiğini görürüz.

Biri mal ve eşya olarak başkalarına ait hiçbir şeyi sahibinin rızası dışında almamaktır.  Bu maddi haklardır.

Diğeri ise hiç kimsenin haysiyet, şeref ve ırzına dil uzatmamak ve hayat hakkına saygı göstermektir.  Bu da manevi haklardır.

Şimdi bunları sırasıyla açıklayalım:

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de: “Ey insanlar! Mallarınızı aranızda haksızlıkla değil karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle yiyin, haram ile nefsinizi mahvetmeyin” buyurarak herkesin mal varlığının korunması gerektiğini bildirmiştir.

Bunun aksi bir davranış başkasının hakkını yemek olur.

Demek ki karşılıklı bir anlaşma olmadan kimsenin malına el uzatılmaz. Bu mal ister az olsun ister çok, durum eşittir. Bu hususta Rasulullah (S.A.S) şöyle buyurmuştur:

“Bir kimse yemin ederek bir Müslümanın hakkını gasp ederse Allah o kimseye cehennemi vacip kılar ve cenneti haram eder.”

Bunun üzerine orada bulunanlardan biri:

  - Eğer o hak değersiz bir şey ise? Diye sorunca Hz. Peygamber:

  - “İsterse misvak ağacından bir dal parçası olsun.” (Riyazus Salihin, 1/262-263)

Bu da gösteriyor ki az veya çok herkesin malı korunmuş olup rızası olmadıkça ona el uzatılamaz.

İslam, alışverişte, tartı ve ölçüde hilekarlık  yapılmasını yasaklamıştır.

Çünkü burada da haksız bir kazanç olup karşıdaki kimseye verilecek malda bir eksiklik meydana gelmektedir.

Halbuki satıcı hile yaptığı halde parayı tamam olarak almaktadır.

Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de: “Tartmayı doğru yapın, tartıyı eksik tutmayın.” (Rahman Suresi,9)

“İnsanlardan kendileri bir şey ölçerek aldıkları zaman tam alan ama onlara bir şeyi ölçüp tartarak verdiklerinde eksik tutan kimselerin vay haline.” (Mutaffifin Suresi,1-3)

“Ölçüyü ve tartıyı tamamı tamamına yapın, insanlara eşyalarını eksik vermeyin, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın” (Hud Suresi,85) buyurularak ticari ahlak kaidelerine uyulması emredilip kişilerin maddi haklarına her türlü tecavüz yasaklanmıştır.

Anılan ayet ve hadislerden anlaşılıyor ki hırsızlık, karaborsacılık, vurgunculuk, hileli tartı ve ölçülerle kazanç elde etmek dinimizin yasakladığı konulardır. . Meşru yollar dışında ne suretle olursa olsun kar elde etmek, başkasının  hakkına tecavüz kabul edilmiştir.

Zira bu davranışların hepsinde başkasının malı rızası haricinde alınmış bulunmaktadır.

Gıybet, dedikodu, iftira ve yalanla insanların hoşlanmadıkları şekillerde incitilmeleri de manevi hakları doğurur.

Hele kaba ve çirkin kelimelerle insanların kalplerini kırmak, hiç de hoş bir davranış değildir.

Çünkü Müslüman kendine yapılmasını istemediği şeyleri din kardeşlerine yapmayacak ve öyle bir harekete maruz kalmalarını da arzulamayacaktır.

Hz. Peygamber(S.A.S) buyurur ki: “ Sizden hiçbiriniz kendi nefsi için sevip arzu ettiklerini din kardeşleri için de dileyip arzu etmedikçe gerçek mümin olamaz.”(Muhtar ul Hadis sh.159, Hadis No:1376)

Hiçbir kimse düşünülemez ki aleyhine kötü sözler söylenmesini, yalanlarla kendisine zarar verilmesini, haysiyet ve şerefinin kırılmasını arzu etsin.

Öyleyse gerçek inanmış kişiler, bütün bu haller ve benzerlerinden sakınacak ve sakındıracaklardır.

Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de: “Ey inananlar! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın, belki de onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da başka kadınları alaya almasınlar belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın”

“Ey inananlar! Zannın çoğundan sakının zira zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli şeylerini, suçlarını araştırmayın. Kimse kimseyi çekiştirmesin” (Hucurat Suresi, 11-12) buyurulmaktadır.

Nelerden sakınılması gerektiği yukarıdaki belirtildikten sonra nasıl davranmamız gerektiği de şöyle vurgulanmaktadır:

  “İyice bilmediğin bir şeyi söyleme, arkasına düşme çünkü kulak, göz, kalp bunların hepsi yaptıklarından sorumludur” (İsra Suresi,36)

Demek oluyor ki bütün organlarımıza hakim olup onları din kardeşlerimiz aleyhine kullanmayacağız.

Hz. Peygamber (S.A.S) konumuzla ilgili olarak bizlere şu öğütleri vermektedir: “Allah Teala’ya ve ahiret gününe iman eden kimse ya hayır söylesin ya sussun.”

Müslümanların faziletlisi elinden ve dilinden Müslümanların salim kaldığı kimsedir.” (Riyazus Salihin 3/103)

Her işittiğini söylemek insana yalan olarak yeter.” (Riyazus Salihin 3/136)

  Üzerinde manevi kul hakkı bulundurmak istemeyenler işaret edilen hususlardan sakınıp belirtilen doğrultuda hareket etmelidirler.

Özellikle yalandan, gıybetten, adam çekiştirmekten ve iftiradan kendilerini koruyup toplumda yapıcı ve ıslah edici bir hüviyette yaşamalıdırlar.

Zira Rasulallah(S.A.S) “Ara bozmak için laf getirip götüren kimse cennete giremez.”(Riyazus Salihin 3/119) buyurmuştur.

Yukarıdan beri açıklamaya çalıştığımız hususlar, maddi ve manevi alanda kul haklarını oluşturan unsurların bir bölümüdür.

Bunlarla beraber benzerleri olan ve toplumca hoş karşılanmayan davranışların hepsi üzerimizde kul hakkı meydana getiren hareketlerdir.

Kul hakları ister maddi, ister manevi olsun karşılıklı helalleşmedikçe üzerimizde kalıp affolunmayacak haklar zümresindedir.

Onun için düşünüp taşınacak bundan sonra üzerimizde böyle bir hakkın oluşmasını önleyip eğer varsa sahipleriyle helalleşeceğiz.

Çünkü Sevgili Peygamberimiz (S.A.S) ölmeden önce din kardeşlerimizle barışıp helalleşmemizi, maddi ve manevi emanetleri de yerine getirmemizi tavsiye ediyor. (Riyazus Salihin Cilt:1 Sh.241-258).

Unutmayalım ki emanetlerin ifa edilemeyişleri de kul hakkının doğmasına sebep olan hususlardandır.

Yazımızı Sevgili Peygamberimizin bu mevzudaki çok anlamlı bir hadisi ile bitirelim:

Bir gün Hz. Peygamber yanındakilere sordu:

  “- Biliyor musunuz müflis kimdir?

  - Bizce müflis parası ve malı olmayan kimsedir, dediler.

Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi:

  - Benim ümmetimin müflisi o kimsedir ki kıyamet gününde namaz, oruç ve zekatla gelir. Fakat şuna sövmüş, şuna iftira etmiş, şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş ve şunu dövmüş. Bundan dolayı onun sevaplarından yukarıda sayılan hak sahiplerine verilir. Üzerinde olan haklar ödenmeden sevabı tükenirse hak sahiplerinin günahları o kimseye yükletilir, sonra o kimse cehenneme atılır”

Görülüyor ki bütün farz ibadetlerin yapılmış olması kafi görülmeyip Müslümanın her hususta ahlaklı, yapıcı, müspet hareketli ve üzerinde kul hakkı oluşturmayacak davranışlar içinde bulunması gerekmektedir.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.