banner2

Bugün yine size yaşanmış bir öykü anlatacağım: ALLAH'IN MİSAFİRİ

Hasan amca yaşlanmıştı ve yalnızdı. Önceleri iyi kötü, hayat arkadaşıyla paylaştığı bir dünyası vardı. Fakat hanımının vefatıyla o kadar yalnızlaştı ki, ölümün eşiğine gelmiş gibiydi.  Gerçi çocukları yok değildi. Dört tane çocuğu vardı; dördü de evli, barklıydı. Ancak Hasan amca kalabalıklar içinde yalnız bir adam gibiydi.

  Hastalanmadan önce kendi işini kendisi yapabiliyordu. Tek başına abdestini alıyor, tuvalete gidebiliyor, yemek yiyor ve camiye gidip gelebiliyordu. Fakat onun yaşlı bedeni ayrılık acısını kaldıramadı ve gittikçe artan bir tempo ile sağlığını kaybetmeye başladı.  Nihayet bir gün korktuğu başına geldi ve felç olup yatağa mahkûm oldu. Artık yerden kalkamaz durumdaydı. Ama şuuru yerindeydi.

Peki, şimdi ne olacaktı? Kuşkusuz herkes gibi onun da çocukları ona bakmaya başladılar. O güne kadar yaşadığı sorunları unuttu bile. Asıl sorun yeni başlıyordu. Çünkü ayağa kalkamayan kötürüm bir insanı kaldırıp indirmek, ona hizmet etmek kolay değildi. O da işin ciddiyetinin farkındaydı, çocukları da.

Gelişigüzel başlayan hizmet nizami olmak zorundaydı. Dört oğlu eşleriyle konuştuktan sonra bir araya gelip babalarına hizmet etmeyi sıraya koydular. İlk günlerde her şey çok iyi gidiyordu. Bir gün ne olduysa, gelinlerinden biri "Ben artık bu yaşlı adama bakamam, bakmak zorunda değilim" dedi ve kayınpederine yaptığı hizmeti terk etti. Diğer gelinler de, peş peşe buna bakarak yaşlı ve kötürüm Hasan Amca'ya hizmet etmeyi bıraktılar.

Çocukları, eşlerinin bu tutumlarından hoşlanmadılar ancak, yapacakları fazla bir şey de yoktu.  Sorun gittikçe büyüyordu. Onun için acilen soruna bir çözüm aradılar. İlk akıllarına gelen huzur evi oldu. "En iyisi, biz babamızı huzur evine götürelim, hem orada kendisine iyi bakılır..." diye düşündüler. 

 Ama düşündükleri gibi olmadı. Huzur evi prensip olarak hem çocuk sahibi olan felçli hastaları almıyordu; hem alsa bile yüksek bir ücret talep ediyordu. Hasan Amca'nın çocuklar iki arada bir derede kaldılar.  Huzur evi Müdürü bakım karşılığında yüklü bir para talep etmişti. İlk kez kendilerini bu kadar çaresiz hissettiler. Fakat her şeyin bir çaresi olmalıydı. Huzur evine bunca para vermektense kendileri babalarına bakmaya devam etseler daha iyi olmaz mıydı?

 Nitekim içlerinden biri babalarının fazla yaşamayacağını söyleyerek kendilerinin bakmasını önerdi.  Bu öneri diğerlerine de makul gelmişti. Babalarının yakın bir zamanda öleceğini düşünerek bakımını üstlendiler ve tekrar sırayla babalarına hizmet etmeye başladılar. Fakat bu zor ve sıkıntılı hizmet bitecek gibi değildi. Bu yüzden iş uzun sürmedi.

 Çocuklarından biri "Çok hizmet ettiğini" iddia ederek kardeşlerinin kendileri kadar hizmet etmediklerinden yakınmaya başladı. Bir diğeri "Yeter artık, biz ömür boyu bu hasta adama mı bakacağız?" demeye başladı. Bir başkası, "Kardeşim, eve gidiyorum, karım benim kötü koktuğumu söylüyor, artık yeter" gibi laflar etmeye başladı. Çocukların basiretleri bağlanmıştı adeta; işler fukara saçına dönmüş, her biri diğerini suçlamaya başlamıştı.

Sonuçta tekrar bir araya gelerek kesin bir çözüm bulmak amacıyla kafa yordular. Bu kez verdikleri karar, kardeşleri tarafından Hz. Yusuf için verilen karara tersinden benziyordu. Kardeşlerden büyük olanı dedi ki: "Öyle görülüyor ki, bizim bir tek çaremiz var; o da babamızı şehre götürüp bir caminin avlusuna bırakmak. Böylece hem kendisine sahip çıkan hayır sahipleri olur, hem de kimseler bizi ayıplamaz. Çünkü kentte kimse bizi tanımıyor."  Bu fikir diğer kardeşin de hoşuna gitti.
     
Bir gün sabah erkenden hazırlıklara başlandı. İki büyük kardeş babalarının, minderini, yastığını, yorganını ve ibriğini hazırlayıp köylerine 20 KM uzaklıktaki kentin yolunu tuttular. Bugüne kadar evlerinde misafir ettikleri babalarını artık Allah'ın evine götürüyorlardı. Biraz da onların babasına başkası hizmet etsin diye.

 Sabahın erken saatinde kentin büyük camisinin yanına vardılar. Cemaat içerde namaz kılıyordu. İmam efendinin sabah namazında okuduğu "YA EYYETUHE'N NEFSU'L-MUTMAİNNEH" ayeti camide yankılanıyordu; dinlediler.

Kimseler görmesin diye cami avlusunun dışında bekleyip cemaatin dağılmasını istediler. Nihayet namaz bitmiş, cemaat dağılmış, imam efendi caminin kapısını kilitleyip her kes evine dönmüştü. Avlu dışında bekleyen bu çaresizler babalarını büyük bir sessizlik içinde son cemaat mahallindeki revakların altına bıraktılar.
   Hani, haksızlık yapmamak lazım: Onlar babaları için her şeyi düşünmüşlerdi. Başkalarının kendisine su vermesi için ibriğini, kulplu plastik bardağını, yemek yedirmek için kaşığını ve kromlu tabağını, ağzını silmeleri için küçük bir havlusunu bile unutmamışlardı.
  
   Güneş doğmak üzereydi. Birileri gelip "Siz kimsiniz, bu adamı neden buraya bıraktınız?" demeden köye dönmeliydiler. Ancak bütün bu olan bitenleri izleyen biri vardı. Evi camiye yakın olan bu zat namazdan sonra evin balkonuna çıktığında cami revaklarının altında iki kişinin hummalı bir faaliyet içinde olduklarını görür.
 
      İlk önce bir anlam veremez. Fakat iki kişi hızla oradan uzaklaştığında ortalık da aydınlanmıştı. Biraz daha dikkatle baktığında yaşlı birinin yorgan içinde uzandığını görür.  Komşusuna haber ederek onunla birlikte caminin avlusuna inip olan biteni öğrenmek isterler.   
   Geldiklerinde gördükleri manzara çok garipti. Çünkü ilk karşılaştıkları şey, seksen yaşlarında yatak içinde yeni vefat etmiş bir adamın cenazesiydi. Adam daha yeni vefat etmişti. Meğerse çocukları onu bırakıp gittiklerinde o da ruhunu rahmana teslim etmiş. Öyle ya, madem Hasan amca Allah'ın misafirliğine gelmişti, Allah kendisine gereken ikramı yapmaz mıydı? Öyle de oldu. Aziz ve Rahim olan Allah, çocuklarının bakmaktan usandıkları kulunu yaban ellere muhtaç etmedi, onu yanına aldı.

     Derken Hasan Amca'yı tanıyan birileri çıktı: "Aaaa! Bu Hasan Amca, ben onu tanıyorum, çocuklarını da biliyorum." dedi birisi.
 
   "Kurtulduk babamızdan" diyerek köye yeni ulaşan çocukları,  hızlı gelen bir arabanın köye yaklaştığını gördüklerinde telaşa kapıldılar. Evlerine girmeden korkuyla karışık bir endişe içinde arabanın köye varmasını beklediler.
 
     Kim bilir, belki de taksinin içinde babalarından haber getiren birileri vardı. Araba durdu, içinden kentte oturan iki dostları çıkmıştı. Hiçbir şey konuşmadan birbirilerine baktılar. Ardından başlar öne eğildi. Şok geçiren büyük kardeş, başını kaldırıp kentten haber getiren dostlarına  "Tamam" dedi. Sonra kardeşiyle birlikte babalarının cenazesini almak üzere tekrar kente döndüler.
    Gerçekten ALLAH BÜYÜKTÜR…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.