Süleyman Şah Türbesi nedir? 1909 yılına ait fotoğrafları...
Suriyede iç karışıklık başladığından beri gündemden düşmeyen Süleyman Şah Türbesi ile ilgili hiç bilinmeyenler ve 1909 yılına ait türbenin fotoğrafları sizlerle paylaşıyoruz.

TSK bu sabah yapılan operasyonda Süleyman Şah Türbesi'ndeki 3 sandukayı yine Türkiye sınırında ama bir başka Suriye toprağına nakletti.
Şanlıurfa'nın Önde gelen Fotoğraf sanatçısı ve arşivcisi Yasin Küçük Süleyman Şah Türbesi ile ilgili arşivini siz değerli Balikligol.com okuyucuları için açtı.
bir kısmı 1909 yılına diğerleri ise 1940 yılına ait Süleyman Şah Türbesi'nin fotoğrafları ilk kez göreceksiniz...
Ayrıca Murat Bardakçı geçtiğimiz haftalarda Süleyman Şah Türbesi'nin Türkiye için taşıdığı önemi köşesine taşımıştı. İşte o yazı:
İkinci Abdülhamidin iktidar senelerinde, tarihte yer edinmiş olan önemli şahsiyetlerin imparatorluğun dört bir tarafındaki türbeleri elden geçirilmiş veya yeniden inşa edilmişti. Bu türbeler arasında Ertuğrul Gazinin, Şeyh Edebalinin, Akşemseddinin ve Bolayırda vefat eden Süleyman Paşanın kabirleri gibi imparatorluk tarihinde önemli yer edinmiş kişilerin mezarları da vardı.
49 BİN 145 KURUŞ HARCANDI
Sultan Abdülhamidin inşa ettirdiği türbelerden biri de, Osmanlı Hanedanının büyük atası olduğuna inanılan Süleyman Şahın Suriyedeki Caber Kalesinin eteklerinde bulunan kabri idi... 19. asırda tamamen harabe halinde olan mezarın elden geçirilmesi 1882de gündeme geldi vaziyet hükümdara arzedildi. 1884te türbenin inşası için bir keşif yaptırıldı, bu işin 49 bin 145 kuruşa mâlolacağı belirlendi ve Sultan Abdülhamid gerekli plânların hazırlanmasını emretti. Türbe kare biçiminde olacak, mekâna kuyu, anbarlar, odalar ve türbenin korunması için askerlerin kalacağı bir koğuş yaptırılacaktı. İnşaatın tamamlanmasının ardından, türbeye muhafız olarak bir onbaşının kumandasında bir takım ve 100 kuruş maaşla bir de türbedar tayin edildi. Türk Mezarı için1882de Sultan Abdülhamidin çizdirdiği ve şimdi Osmanlı Arşivlerinde muhafaza edilen ilk plân. Bu plânı, Prof.Erhan Afyoncu buldu.
CABER KALESİ'NDEKİ MEZARIN TÜRK TOPRAĞI OLDUĞU KABUL EDİLDİ
Ancak binalar pek sağlam inşa edilmediği için türbe kısa zamanda yeniden harabe hâlini almaya başladı ve 1910da, Sultan Mehmed Reşad zamanında yeni bir keşif yaptırıldı. Keşifte türbenin Süleyman Şahın şan ve şerefine uygun olmadığı tespit edilince tekrar tamiri kararlaştırıldı ama araya dünya harbi girdi ve onarım mümkün olamadı. Derken aradan yine seneler geçti ve Kurtuluş Savaşı yılları geldi... Suriye, Birinci Dünya Savaşından itibaren Fransız işgalindeydi. Lozan öncesinde masaya oturan Türkiye ile Fransa arasında Ankarada 1921in 20 Kasımında bir ön barış andlaşması imzalandı ve Fransa andlaşmanın 9. maddesiyle Caber Kalesindeki Türk Mezarının Türk toprağı olduğunu kabul etti.
REFİK HALİD KARAY GÜNDEME GETİRDİ
Türkiyenin yeni sınırları 24 Temmuz 1923te Lozanda son şeklini alırken Fransız temsilci General Pelle, Türk delegasyonunun başkanı İsmet Paşaya aynı gün resmi bir mektup gönderdi ve Ankara Andlaşmasının hükümlerinin aynen geçerli olduğunu, Lozan ile çakışmadığını duyurdu. Ama, Türk Mezarı daha da harabeleşmişti ve türbenin vaziyetini 150likler listesine alınarak Türkiyeye girmesi yasaklanınca 1938e kadar Suriyede sürgünde yaşamak zorunda kalan bir kişi, edebiyatımızın çok önemli isimlerinden olan Refik Halid Karay gündeme getirdi..
TÜRBENİN ÖNÜNE AKAN SUYA HİTABEN YAZDI
Refik Halid önce makale olarak kaleme aldığı ve ilk baskısı 1930larda Halepte yapılan "Bir İçim Su" isimli kitabına da koyduğu "Türk Mezarı" başlıklı yazısında Süleyman Şahın ağzından türbenin önünde akan Fırata hitaben "Bana yol vermedin, fakat kabilem senden daha büyük sular üzerinden aştı, Tunayı atladı, Nilden geçti. Onun Akdenize hükmettiği ve Karadenizi kucakladığı devirler bile oldu... Bütün o haşmetli günler artık tarihtir, biraz serap, biraz hayaldir. Bunlarla övünmüyorum, avunuyorum ve sana hiç küskün değilim, bilâkis minnettarım, zira ey sevgili Murat Çayı, sen bugün benim küçülmüş fakat kuvvetleşmiş vatanımdan fışkıran ve bana neslinin selâmlarını, hürmetlerini getiren bir mübarek vasıtasın. Bırak, ırkımın hasretine susamış yanık bağrıma suların serinlik ve teselli versin! diye yazacak, bu cümlelerin ardından da Süleyman Şahın heybetli gölgesini, ay ışığı altında Fırata eğilip bir avuç su alarak iştiyakla içerken görüyorum" diyecekti...
YAZI ÜZERİNE SÜLEYMAN ŞAH'A TAMİR YAPTIRILDI
Yazı üzerine Ankara harekete geçti ve yetersiz kalsa da bir tamir yaptırıldı. Devrim yasalarından olan ve tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasını emreden yasanın çıkmasının ardından kaldırılan Süleyman Şah Türbesinin imamlık kadrosu da yeniden ihdas edildi ve gönderilecek imamın aylığının 1931 Haziranından itibaren Evkaf Umum Müdürlüğü bütçesinden ödenmesi kararlaştırıldı. Türbeyi 1949da bir astsubay, bir onbaşı ve sekiz er korumaktaydı...
SÜLEYMAN ŞAH İÇİN YENİ BİR TÜRBE İNŞA EDİLDİ
1951de Caber Kalesini, Süleyman Şahın mezarını ve Halep ile Şamdaki şehitliklerin durumunu inceleyen Konya Miletvekili Saffet Gürolun hazırladığı raporda bu mekânlarda büyük aksaklıklar bulunduğuna dikkat çekilmesi üzerine Türk Mezarı tekrar gündeme geldi ama o senelerde Suriye ile münasebetlerimizin iyi gitmemesinden dolayı hiçbirşey yapılamadı... Süleyman Şah, ölümünden dokuz asır sonra, 1973te yerinden oldu. Suriye, Caber Kalesinin bulunduğu bölgeyi sular altında bırakacak olan bir barajın inşaasına başlayınca Türk Mezarı eski mekânına benzeyen bir başka yere taşındı. Süleyman Şah için orada yeni bir türbe inşa edildi ve bir müfreze asker bulundurup bayrak çekme âdeti bu yeni türbede de devam etti.
SÜLEYMAN ŞAH, CABER KALESİ'NİN ETEKLERİNE DEFNEDİLDİ
Süleyman Şah, Anadoluyu fetheden Selçuklu hükümdarı Alparslanın yüksek rütbeli kumandanlarındandı. Malazgirt savaşından sonra Anadolunun fethini tamamlamakla görevlendirilenlerin arasında o da vardı ve Anadolu Selçuklu Devletinin kurucularından oldu. Sonra eski silâh arkadaşlarıyla güç kavgasına girdi, 1086nın 5 Haziranında Artuk ve Tutuş ismindeki diğer Selçuklu beyleri ile Halep yakınlarında savaşa tutuştu, yenildi ve savaş meydanında öldü. Eski silâh arkadaşları, Süleyman Şah için büyük bir cenaze merasimi yaptılar. Cenaze namazını Süleyman Şahı mağlûp eden Tutuş kıldırdı ve Süleyman Şah, Fırat vadisinin sol sahilinde yeralan, bugün Rakka ile Meskene arasında kalan Caber Kalesinin eteklerine defnedildi.
SÜLEYMAN ŞAH, OSMANLI HANEDANININ ATASI OLMUŞTU
Osmanlı tarihçileri, asırlar sonra Selçuklu kumandanı Süleyman Şahı birdenbire Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazinin dedesi yaptılar. Bu arada bir de efsane doğdu: İran üzerinden gelen Türkmenler, Anadoluya yerleşmelerinden önce Suriyeye ve Iraka gitmişlerdi. Tarihî rivayetlerde Osmanlı hanedanının mensup olduğu aşiretin Türkiyeye Suriye üzerinden geldiği anlatılıyordu. Âşıkpaşazâde, Neşrî ve Oruç Bey gibi ilk Osmanlı tarihçileri Osmanlı hanedanının atası Süleyman Şahın Fırat Nehrini geçerken Caber Kalesi civarında boğulduğu ve cesedinin nehirden çıkarılarak kalenin eteğine gömüldüğü iddiasını ortaya attılar. Selçuklu kumandanı Süleyman Şah, artık "Osmanlı hanedanının atası olmuştu. Süleyman Şahın gerçek kimliği artık önemli değildir, önemli olan meçhul bir kişiye de ait olsa türbenin bulunduğu mekândaki bayrağımızın orada yükselmeye devam etmesidir.
ABDÜLMECİD EFENDİ ANKARA YÖNETİMİNİ TEBRİK ETMİŞTİ
Son Halife Abdülmecid Efendi, 18 Ekim 1921de Ankaraya, Büyük Millet Meclisi Başkanlığına, yani Mustafa Kemal Paşaya gönderiği mektupta, Türkiye Cumhuriyetinin sınırları dışındaki tek toprak parçası olan Suriyedeki Caber Kalesinin Türk toprağı olarak kalmasını Fransaya kabul ettiren Ankara yönetimini tebrik etmişti. Büyük Millet Meclisi ile Fransa arasındaki görüşmelerin tamamlanıp anlaşmanın törenle imzalanmasının beklendiği günlerde, elyazısı ile kaleme aldığı mektubunda Osmanoğullarının atası olan Süleyman Şahın mezarına karşı Meclisin gösterdiği alâkaya teşekkür ediyor, "Osmanlı sülâlesinin kurucusu Sultan Osmanın büyük pederi Süleyman Şahın Caber Kalesinde bulunan ve Türk mezarı diye bilinen kabrinin müştemilâtı ile beraber Türkiyenin malı olarak kalması, Türkiye tarafından korunması ve buraya Türk Bayrağı çekilmesi hükmü, Türklerin hakimiyet tarihinin tek vücut ve tek bir emel şeklinde olduğunu dosta ve düşmana göstermiştir" deyip şükranlarını sunuyordu.