banner2

Ebu Musa el-Eşa’rî’den gelen bir rivayete göre Resul-i Ekrem (s.a.v)  parmaklarını birbirine kenetleyerek müminleri, birbirini destekleyen bir kubbenin taşlarına benzetmiştir.[1] Bu hadis müminlerin, birbirilerine karşı şefkat ve merhamet hisleriyle hareket etmeleri gerektiği hususunda açık bir emirdir. Çünkü İslam kardeşliği nesep kardeşliğinden çok daha önemli ve Allah’ın yanında daha makbuldür. Bir kubbedeki taşlar, taş oldukları halde böyle ciddi bir dayanışmayı gösterebiliyorsa, müminlerin taşlardan geri kalmaları, hatta dayanışma içerisinde olacaklarına birbirilerine düşmanca tavırlar sergilemeleri kabul edilemez.

“Selef-i salihin” dediğimiz İslam büyükleri de, birçok ilmi, icthadî ve fıkhî meselelerde kendi zamanlarında ihtilafa düştüler. Hatta bazı itikadî meselelerde bile ihtilaf ettiler. Fakat bu ihtilaf onların müminler arasında olması gereken Mürüvvetlerini ve insaflarını ortadan kaldırmadığı gibi, saldırganlık dürtülerinin ortaya çıkmasına ve birbirilerini yok saymaya yol açmadı. Taberanî’nin yaptığı rivayete göre İbnu Mesut (r.a) şöyle dedi: “Ey Müminler, topluma uyum sağlamaya ve cemaatle birlikte olmaya gayret ediniz. Unutmayınız ki, toplulukla birlikte iken duyduğunuz hoşnutsuzluk, ayrı olduğunuz zaman alacağınız lezzetten daha hayırlıdır.”[2]

Hatib Bağdadî’nin İmam Malik’ten naklettiği bir habere göre Halife Mansur İmam Malik’i ziyaret etmiş ve yazdığı el-Muvatta kiabını kasdederek: “Ey İmam, sen bu kitabı çoğalt; onu her tarafa dağıtalım ki, bütün Müslümanların bu kitapla amel etmelerini sağlayalım” demiş. Bunun üzerine İmam Malik: “Hayır Ya Emire’l-Müminin, İslam ulemasının ihtilaf etmesi rahmettir. Hepsi Allah rızasını talep etmektedir; cümlesi hidayet üzeredirler” demiş ve Halife Mansur’un teklifini geri çevirmiştir.[3]

Ömer b. Abdülaziz şöyle der: “Rasulüllah’ı ashabının ihtilaf etmemiş olmasına sevinmiyorum. Çünkü onlar her konuda ittifak ettikleri takdirde, birisi onlara muhalif davransaydı, dinden çıkar ve sapık olurdu. Ama ihtilaf ettikleri zaman dini geniş tutmuş oluyorlardı.”[4]  İçtihat, Hz. Peygamber’den günümüze kadar gelmiş geçmiş bütün Müslüman ilim adamları için her zaman önemli bir çıkış yolu olmuştur. Ancak Kur’an ya da Sünnette kesin olarak belirlenmemiş olan ictihadî bir meselenin bütün topluluğa dayatılması ve Allah’ın emriymiş gibi telakki edilmesi ulema tarafından kesinlikle benimsenmemiştir. Haliyle, bir mezhebin ictihadî olan bir meselesine tabi olmak istemeyen bir Müslüman hiçbir şekilde kınanamaz ve yadırganamaz. İslam fıkıh bilgin ve müçtehitleri,  başka mezheplere göre farklılk arz eden içtihatlarını büyük bir olgunlukla yürütmüşler, iki bilgin arasında geçen şiddetli tartışmaların ardından, her ikisi de, hiçbir şey olmamış gibi kalkıp kucaklayabilmişlerdir.

7) İmam Şafii’nin çağdaşı ve arkadaşı olan Ebu Musa Yunus b. Abdü’l-‘Ala şöyle der: “Ben İmam Şafii’den daha akıllı bir insan görmedim. Bir gün fıkhî bir mesele hakkında kendisiyle şiddetli bir tartışma yaptım. Ertesi gün çarşıda beni gördüğünde selam verip benimle musafaha ettikten sonra: “Ya Eba Musa, bir meselede tartışalım; fıkhî bir konuda ittifak etmeyebiliriz,  ancak doğru olan birbirimizi sevmeye ve arkadaş olmaya devam etmemizdir” dedi ve aramızda hiçbir şey olmamış gibi davranmaya başladı.”[5] 

Bu hususta örnekler çoğaltılabilir. Unutmamak gerekir ki, İmam Azam, İmam Şafii, İmam Ahmed b. Hanbel ve İmam Malik içtihatlarında hangi kaynakları esas almışlarsa, İmam Muhammed Bakır ve İmam Cafer Sadık da aynı kaynakları kullanmış ve fıkıhlarını Kur’an’a, Sünnet’e ve Ehl-i Beyt’in rivayetlerine dayandırmışlardır. Üstelik İmam Muhammed Bakır ve İmam Cafer Sadık bütün büyük imamların hocası sayılmaktadırlar. Zira Ehl-i Beyt’in ilmi gerçekten de aşılabilecek bir ilim değildi. Burada farklılık sadece imamlardan yapılan rivayetlerdedir. İmam Cafer’den yapılan bazı rivayetlerin sahipleri ehli sünnet âlimleri tarafından cerh edilmişlerdir.

Bu ayrı bir konudur. Başka zaman bunu detaylı anlatırız.

 

 

[1] Buhari, Sahih, Salat, 88; Müslim, Sahih, Birr, 65.

[2] Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, VII, 328.

[3] El-Hatib el-Bağdadî, Tarihu Bağdad, II, 176.

[4] Şatıbî, el-‘İtisam, II, 395.

[5] Siyeru ‘Alami’n-Nübela,  X, 16.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.