banner2

Memleket memleket dolan bir derviş bir gün iyi korunan ve ahalisi zengin olan bir ülkeye gitmiş. Gördüğü göz alıcı manzaralar karşısında şaşkına dönen derviş çarşıda dolaşırken bir grup insan görmüş; iyi giyimli, silahlı, şen-şakrak ve mutlu oldukları her hallerinden belli olan bu insanların kim olduklarını sormuş.

"Bunlar padişahımızın kapı kulu askerleridir" demişler. Derviş kendisinin de Allah'ın kapısının bir kulu olduğunu uzun uzun düşünmüş; ama bir padişahın kapı kulu askerlerinin üstlerindeki  göz alıcı elbiselere bakmış, bir de kendi hırpani kılığına bakmış ve hayreti bir kat daha artmış. İkindi ezanı okunmak üzereydi; hemen Allah'a yalvarmak için bir camiye sığınmış; oturmuş ve ellerini kaldırarak Allah'a şöyle serzenişte bulunmuş:

"Allah'ım şu gördüğüm insanlar padişahın kapı kulu askerleridir. Halk kendi kapı kulu askerlerine ne kadar da iyi bakıyor. Ben de senin kapı kulu askerin değil miyim? Bir onların haline bak, bir de kendi kapı kulunun haline bak Ya Rabbi. Yanımdan geçenler benim yırtık olan üstümü başımı görünce benden yüz çeviriyorlar ve bana değer vermiyorlar.  Ne zamana kadar kapı kulu askerine bu hayatı yaşatacaksın Ya Rabbi?"

Her şeyi işiten, her şeyi bilen ve her şeye kadir olan Allah elbette ki dervişin sözlerini de işitmişti. Derviş, Allah'a dilekçesini vermiş ve gönül rahatlığıyla o memleketten ayrılmıştı. Fakat tevafük olmalı ki, tam bir yıl sonra yine aynı kenti ziyaret etmişti.

Ancak ülkede hiçbir şey kararında kalmamış, çok şeyler değişmiş görünüyordu. Zira derviş bir yıl öncesine göre farklı şeylerle karşılaşmıştı. Çünkü devrim olmuş, yeni gelen padişah eski padişahın tüm kanunlarını iptal ettirmiş, hatta onun yakın mesai arkadaşlarını ve ailesini tutuklatmıştı.

Derken sıra, çarşıda halkın güvenliğini sağlayan özel güvenlik mahiyetindeki kapı kulu askerlerine gelmişti. Yeni padişah onları işkencelere tabi tutarak onların ağzından, eski padişahın aleyhinde kullanılabilecek laflar almak istiyordu. Ama nafile; eski padişahın kapı kulu askerleri o kadar sağlam, o kadar sabırlı ve o kadar sebatkâr davrandılar ki, ağızlarından bir tek laf bile almak mümkün olmadı.

Bu olayları seyreden derviş kapı kulu askerlerinin ölümü bile hafife alan bu inatkar ve sebatkâr tavırlarına bir anlam veremedi. Yine bir camiye gitti; namazını kıldıktan sonra bir köşeye yanaşıp uyudu. Rüyada gaipten kendisine bir ses geldi; şöyle diyordu:

"Derviş efendi! Halkın kapı kulu askerlerini gördün mü? Bak, onlar ne kadar da sebatkâr ve sabırlı. Güya sen de Allah'ın kapı kulu askerisin. Oysa sen ne kadar da sebatsız ve sabırsız davrandın. Onların hallerinden hiç ders almaz mısın?"

Derviş uykudan uyanır uyanmaz, kâinatın yaratıcısı ve Rahman sıfatıyla bütün mahlûkatın Razakı olan Allah'a karşı serzenişte bulunmanın ne denli edep dışı bir basiretsizlik olduğunu anladı ve tövbe etti.

Kendilerini Allah'ın kapı kulu askerleri olarak kabul edenler acaba ne kadar dayanıklıdırlar? Halinden şikâyetçi olan ve verilen nimetlere kâfi derecede şükür etmeyen bizler, bir teste tabi tutulsak acaba sebatkârlıkta ve sabırda kaç puan alacağız? Kim bilir, belki de sabırsız dervişin bile çok gerisinde kalacağız. Galiba: "Allahım! Kaldıramayacağımız şeyleri bize yükleme" demekten başka çaremiz yoktur.

Unutmayalım ki, Arapça'da "Basar" maddi gözlerle görmek anlamındadır. Ancak maddi gözlerle görebilmenin (basarın) tek şartı ışıktır. Işık olmadan dünya görülmez. "Basiret" ise manevi duygularla görebilme anlamındadır. Ama manevi görüşün (basiretin) de tek şartı iman ışığıdır.  İman ışığı olmadam basiret sahibi olunmaz. İşte kapı kulu askerleri olan bizler bu ışığa muhtacız.

Hoşça kalın.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.