Çile Kampı: Mahmur...
 
                                Mahmur sakinleri, Türk olamadıkları için Türkiyeden kaçmışlar. Burada ise Türkiye Kürdü yani neredeyse Türk sayılmaktalar.
ERTUĞRUL MAVİOĞLUnun Haberi...
Kürdistan Özerk Bölgesi’nin en önemli kentlerinden Erbil’de bir taksiye binip “Mahmur garaj” dediğiniz zaman, 1998’de Birleşmiş Milletler mülteci kampları statüsüyle açıldığından bu yana medyada sık sık ‘terör kampı’ diye damgalanan 12 bin nüfuslu Mahmur Kampı’na gitmek için en kolay aşama geçilmiş olur. Ardından Mahmur garajdan bir taksiye bineceksiniz. Yaklaşık bir saatlik mesafeyi kat edince, yıllardır yüksek sesle telaffuz edilen; “Burası terörist yetiştiriyor, boşaltılsın”, ya da “Hayır ulusal haklarımız verilmeden asla gitmeyiz” cümlelerinin arasına hapsolmuş Mahmur Kampı işte karşınızda.
Mahmurluların kimliklerinin üzerinde ‘Türkiye Kürtlerinin kampı  Mahmur’ yazılı. Oysa ne buralılar ne de oralı. İki arada bir derede bir  hayat onlarınki; Araftalar. 
Türkiye’de Türk olamamış, sürülmüşler.  Topraklarını kaybetmişler, evlerini, işlerini. Kürdistan Özerk  Bölgesi’nde ise ‘Türkiye Kürdü’ yani handiyse Türk sayılmaktalar. Geri  dönmek istiyorlar Türkiye’ye; eğer Kürt kimliklerini, anadillerini,  kültürlerini koruyabileceklerse. Henüz ‘dönüş şartları oluşmadı’  diyorlar. Her an dönebilme umudu ise orada yerleşmekten alıkoyuyor  Mahmurluları.
Kampın kapısında tabela yok, sadece BM bayrağı. Bir gazeteci için  Mahmur’un içine girmek eskisi kadar kolay değil; zira altı ay kadar önce  alınmış ‘basınla görüşmeme’ kararı yürürlükte. Kapıda KDP’nin içeride  ise PKK’nın sözü geçiyor. Şu beyaz suratla içeri girmek için birilerinin  görmezden gelmesi gerek. 
Kapıda yarım saat bekledikten sonra  nihayet içerideyim. İlk izlenim: Fena halde 1970’li yılların gecekondu  mahallelerini anımsatıyor. Olan biteni anlayabilmek için, tam da bu  görüntü nedeniyle kapıldığım dejavu etkisinden sıyrılmak şart.
Çocuklar Mahmur’un her yerinde, sokakların parçası gibiler. 12 bin  nüfusun 4 bini kadın. Çocuk sayısı 5 binin üzerinde. Onlar da bütün  çocuklar gibi, gürültücü ve yaramazlar. 
Dilan, Rojin, Berivan,  Zilan, Berxedan, Rojda, Apo, Agit, Agir, Jiyan… Bir tuzluktan serpilmiş  misali, Mahmur’un her yerindeler. Onlar kimseye düşman değil; çocuk  düşman olmaz. Ve ama kimler onlara düşman, ufacık yaşlarına rağmen  biliyorlar. Büyüklerin anlattıklarından öğrenmişler reva görüldükleri  şartlara, kendilerini kimin mahkûm ettiğini?
Nüfus cüzdanı yok 
Burada  nüfus cüzdanı yok. Bölgesel Kürt yönetimi, her üç ayda bir yenilenen  bir seyahat belgesi veriyor Mahmur sakinlerine. Bir de BM’nin verdiği  mülteci kartları. Seyahat belgesinin üzerinde “Hewler’e (Erbil) giriş  için kolaylık gösterilmesi rica olunur” yazılı. Bu belge sayesinde hiç  değilse Kürdistan Özerk Bölgesi’nde rahatsız edilmeden dolaşabiliyorlar.
Sekiz kapı kapandı Mahmur son durak 
Evler  derme çatma, briket. Cadde ve sokaklarda asfalt yok, her taraf toz  toprak içinde. Su ve lağım kanalları yer yer sokak aralarından akıyor.  Burada yaşayan herkesin bir sürgün hikâyesi var, çoğunluk nüfus  Kürtlerin ‘Botan’ diye adlandırdığı Hakkâri, Şırnak taraflarından gelme.  
Ne BM’den destek var, ne de Kürt hükümetinden. 1998’de açılan  kamptan ilk beş yıl hiç dışarı çıkamamışlar. 2003’ten bu yana ise  çalışma izni verilmiş. Bir aileden iki üç kişi çalışıyorsa az da olsa  ekonomik durum iyileşiyor ve hiç değilse kalınan evin çatısı aktarılıp  bir oda daha ekleniyor. Belki bir de araba satın alınıyor. Mahmur’dan  her sabah çalışmak üzere yaklaşık bin kişi Erbil’in yolunu tutuyor.  Vergi yok, su bedava.
‘Koruculuk dayatıldı’ 
Polat  Bozan Hakkârili. 1994’te koruculuk dayatmalarından bunalmış, ailesiyle  birlikte sınırı geçivermiş bir gün. Yaşadıklarından ötürü öfkeli:  “1990’lı yılların başında köyler yakılıyor, faili meçhul cinayetler  hızla tırmanıyordu. Bunu birebir yaşayan sınır bölgesindeki  insanlarımızın bir bölümü batı illerine, bir bölümü de Güney Kürdistan’a  göçmek zorunda kaldı. Türkiye’deyken PTT’de memurdum. İki evim,  arazilerim vardı. Devlet hepsine el koydu, içindeki malzemeleriyle  birlikte koruculara verdi. Ata memleketim, binlerce yıllık ecdadımızın  yaşadığı yerdi orası.” 
Polat Bozan ve ailesi için sınırı geçmek de  kurtuluş olmamış. Mahmur’a gelinceye kadar tam yedi ayrı kamptan  kovulmuşlar. Türkiye’yi de sayarsak Mahmur onlar için dokuzuncu köy:  “Mahmur’dan önce Bihere, Seraniş, Besive, Geliye Kıymete, Etruş, Ninova,  Nehdare kamplarında kaldık, her birinde büyük azap. Sürgünlerde  kadınlarımız, çocuklarımız götürüldü; bir kısmı faili meçhule kurban  gitti. Hayvanlarımız kaçırıldı, çobanlarımız öldürüldü. Ekmek pişirmek  için biraz kampın dışına çıkanların boğazları kesildi. 16 insanımız  öldü. BM’nin güvencesindeydik görünüşte ama onlar çok etkisizdiler.  KDP’nin denetimini kabul edenlere, bizlere kıyasla daha iyi koşullar  sağlandı. O kamplar hâlâ var. Beş ya da altıdır o kampların sayısı.  Mahmur’a geldiğimizde bir çöl gibiydi. Bir de ambargo konuldu. ‘Ölün’  dediler bize. Açlık yetmedi, bir yandan da akreplerle uğraştık. 12  çocuğumuzu akrep soktu, öldüler.”
Gayri resmi belediye 
Gayri  resmi olarak kurulan belediye binasının kapıları çok alçak,  eğilmezseniz tecrübeyle sabittir, kafanızı vurursunuz. Belediye  girişinde Abdullah Öcalan fotoğrafı asılı. Belediye Başkanı Ahmet Özer,  Şırnak Uludere Taşdelen Köyü’nden gelme. Onun da hikâyesi benzer.  Koruculuk dayatması olmuş, köylerine sürekli baskı yapılmış. Bir gün  canına tak etmiş ve 1994’te Uludere’den sınırı geçivermiş. İmkânları  kısıtlı yine de belediye hizmetlerini aksatmak istemiyor Özer:  “Elektrik, su, temizlik bu kampta bize düşen görevler. Herhangi bir  yerde sıkıntı olursa, ev yapanların bir derdi olursa bize başvuruluyor.  Fakat belediyemiz, destek alan bir belediye değil. Altyapı için  hükümetten yardım istesek de taleplerimiz genellikle yerine gelmiyor.  Sorunlarımızı kolektif dayanışmayla çözmeye çalışıyoruz. Yüzlerce yıl  yaşadığımız topraklara dönmek istiyoruz.
Kanser yaygın 
Kanserin  yaygın olduğu söyleniyor. Böbrek hastası olan da çok. Biri özel, derme  çatma iki klinik var. Mahmur’un içme suyunun hasta ettiğine inanıyorlar.  Pek çoğunda tozdan ötürü alerji var. Öyle zamanlar olurmuş ki, tozdan  göz gözü görmezmiş. 
Çalışmayanların günlük yaşamı ya evlerde  televizyon karşısında ya da çay ocaklarında geçiyor. Hemen her evin  televizyonu ve çamaşır makinesi var. Kampta en çok seyredilen kanal Roj  TV. Türkiye’de olup bitenlere inanılmayacak kadar ilgililer. Haber  kanalları revaçta.
Mahkeme yerine ‘respi’ 
Dört  semt var Mahmur’da, ‘beşinci semt’ mezarlık, en sorunsuz semt burası.  Mezarlık varsa, tarih de vardır. İki cami iki de imam var. Minaresiz  camilerin hoparlörlerinden beş vakit ezan okunuyor. Sorunları komiteler  çözüyor. Daha büyük sorunlarda da devreye ‘respiler’ (ak sakallı heyeti)  giriyor. Mahkeme ya da hapishane yok. Yazılı kurallar ya da tabi  oldukları bir yasa yok. Asıl olan genel ahlak kuralları. Hırsızlık çok  nadir görülüyor; “yeterli terbiye görmemiş çocukların işi.” Cinayet hiç  işlenmemiş. Kapılar kilitsiz.
Kampta Kurmanci eğitim 
Mahmur’daki  okullarda Kurmanci ders kitapları okutuluyor. Üzerinde BM’nin de mührü  olan diplomalar dünyada muteber, Türkiye’de geçersiz.
Mahmur Kampın’ın içindeki en temiz ve yeni binalar okullar. Kapısını  çaldığım okulun girişinde şu tabela asılı: “Dıbıstana Navîn Ya Şehid  Jiyan” (Şehid Jiyan Ortaokulu) 
İçeri giriyorum, odanın kapısında bir  adam karşılayıp elini uzatıp kendini tanıtıyor: “Mamustsa Hawar” (Hawar  öğretmen). Dünyada Kurmanci lehçesinde eğitim verilen tek yer Mahmur  Kampı’nın okulları. Fotokopiyle çoğaltılmış, Kurmançi ders kitapları  hazırlamışlar. Sınıflarda, kara tahtanın üzerinde Abdullah Öcalan’ın  çerçevelenmiş fotoğrafı asılı. “Bu okulları yoktan var ettik” diyor  Şırnaklı Hawar Güngen; kurdukları eğitim sistemini anlatıyor: 
“Mahmur’da  üç tane ilkokul, bir tane ortaokul, bir tane lise, üç tane de ana okulu  var. Öğrenci sayımız 3 bini bulur. Türkiye’den 1994’te çıktım. Lise  öğrenimimi tamamlamış, üniversite sınavlarına girmiştim. Fakat sonuçlar  açıklanmadan kaçıp Irak sınırını aştık. Şırnaklıyım. İlk olarak eğitime  Haftanin bölgesindeki kamplarda başladık. Yoktan var etme düşüncesiyle,  liseyi bitirmiş birkaç arkadaş, mülteci çocuklara bir şeyler öğretmek  için arayış içine girdik. Biz o dönemde kendi dilimizi bilmiyorduk.  Araştırmalar ve tartışmalar sonucunda önce biz Kürtçe öğrendik, ardından  öğrendiklerimizi çocuklara öğretmeye başladık. Celalettin Bedirhan’ın  hazırladığı Latin Alfabesi ile Kurmanci eğitimlerini sürdürdük. Şu anda  dünyada Latin harflerle anaokulundan lise düzeyine kadar Kurmançi eğitim  verilen tek yer Mahmur’dur. Şimdi okullarımızdan mezun olan öğrencilere  verdiğimiz diplomaların üzerine üç mühür vuruluyor. Birinci mühür bize  ait. İkincisi Federal Kürt hükümetinin mührü ve üçüncüsü Birleşmiş  Milletler’in. Uluslararası alanda bizim verdiğimiz diplomalar geçerli.  Mezun olan çocuklar, Kürdistan’ın her bölgesinde üniversite eğitimi  alabiliyor. Üniversiteyi kazanan öğrencilerimiz Kürdistan  üniversitelerinde Arap alfabesiyle Soranice lehçesinde eğitim alıyorlar.  Selahaddin Üniversitesi’nde birinciler hep Mahmur’dan çıktı.
Fiyatlara denetim 
Belediye  başkanı ve meclis üyeleri verdikleri hizmet karşılığında maaş  almıyorlar. Temizlik işçileri için ayda 250 – 300 dolar gibi bir maaş  belirlenmiş. Kampta internet kafe, sayıları on civarında bakkal,  tamirci, berber, terzi gibi dükkânlar göze çarpıyor. Dükkânlarda fahiş  fiyatla mal satmak yasak. Dükkânlar tüm evler gibi derme çatma. Yarın  gitseler, arkalarında üzülecekleri bina olmayacak.
Evlilikler kamp içinden 
Evlilikler  genellikle kamp içinden. Başlık parası meclis kararıyla yasaklanmış.  Zaten kadın meclisi de karşıymış. Ama ‘düğün parası’ adı altında erkek  tarafından belli bir para isteniyormuş el altından. Resmi nikâh yok.  Boşanmalarda da belediyeler aracılık yapıyor. Eğer evde şiddetle  karşılaşan bir kadın varsa derhal korumaya alınıyor.
Ortak çığlık: ‘Yeter artık, 17 yıl sürgünde geçti’
 Sacide  Sezek, Mahmur sakinlerinden. 45 yıllık hayatının 17 yılının sürgünde  geçtiğini söylüyor. Ortada bir beşik var: İkinci torun. Birincisi  dikkatle babaannesini dinliyor. Şırnak’ın Silopi ilçesi Bılga Köyü’nde  ailesiyle birlikte yaşamını sürdürürken, bir gün gitmek zorunda  kalmışlar. Niye? Sacide Sezek’in hikâyesi, Mahmur’un ortak tarihi gibi: 
“1993  yılında evimize baskın oldu. Toprağımız çok fazlaydı. Yeterdi bütün  ihtiyaçlarımızı karşılamaya. Çok sık ev baskını oluyordu. Uçaklar  köyümüzü vurdu, ardından askerler geldi. Köyün bütün erzaklarını bir  yere toplayıp kasaturalarla parçaladılar. Hayvanlara verdiğimiz zehirli  ilaçları erzakların üzerine attılar. Köyün erkeklerinin birçoğunu  yakaladılar, hayvanlarımız telef oldu. Köyü bıraktık, her birimiz bir  yerlere dağıldık; Adana, Şırnak, Silopi… Biz Silopi’ye gittik. Burada da  baskılar artarak devam etti.
Sonra sınırı geçtik. İlk olarak Şeraniş’e geldik. Beş kişiydik. Çocuklarım yanımdaydı. Üç gün yürüdük. Dördüncü gün Şeraniş’e vardık. Buradan itibaren Mahmur’a gelinceye kadar yedi kamp değiştirdik. Bize yapılan saldırılarda pek çok komşumuz öldü. İki küçük çocuğum açlıktan ölecekti. Meşe palamudunu dövüp çocuklara yedirmeye çalışıyorduk ölmesinler diye. Artık onu da yiyemez oldular. Kampın içine sürekli ateş ediyorlardı. Bir yıl sonra Etruş’a getirildik. Oradan da Ninova’ya.
Günlerden 13 Şubat’tı. Tampon bölgedeki Ninova akrep doluydu. Komşu köylerden silah sıkıyorlardı. Saldırılarda kampın erkeklerinden dördü öldü, çok yaralı verdik. Bir yıl sonra yine 13 şubat günü artık burada kalamayacağımızı söylediler. Hayvanlarımızı dahi alamadık. Küçük kızım, ‘keçilerimi aldılar’ diye sürekli ağlıyordu. Haziran ayının başında da Mahmur’a geldik. Çok sıcaktı. Tatlı su yoktu. Her taraf akrep. Suyu içenler hemen hastalanıyordu. Sayımız on bindi. Tankerlerle su geliyordu ama iki bidon bile alamıyorduk. Elektrik, çadır da yoktu. Derme çatma bir şeyler yapıp altına girdik. Her an dönebileceğimizi düşündüğümüz için yerleşmedik. Sonra su ve elektrik geldi. 2003’ten sonra çalışma imkânı verdiler. O dönemde çok rezalet yaşadık, çok hastalıklarla boğuştuk. Şimdi durum biraz daha iyi. İnsan gibi yaşamak istiyoruz; kimliğimizi, dilimizi bilmek, ona uygun yaşamak. Bütün insanlığın bir önderi var. Önderimizi yakalamışlar, dört duvar içine tıkmışlar. Önderimiz özgür olsun. Bütün herkes Kürtlere destek versin ki, haklarımızı alalım. Yeter artık. 45 yaşıma geldim. Hayatımın 17 yılı sürgünle geçti.
Radikal
 
                         
            
             
            
             
            
             
            
             
            
             
            
             
            
             
            
             
            
             
            
            