banner2
Öne Çıkanlar Siverek Viranşehir Sanlıurfa Haberleri Nihat Çiftçi Suruç

Usta, o pencereden soğuk gelmez mi?
Her inşaatın ya bahçesinde ya bir göz odasında hayata tutunmaya çalışanların mücadelesi merak edildi. Ne yeyip ne içiyorlardı, beklentileri neydi, kazandıkları bir odaya sıkışmışlığa değer miydi?
İstanbul Ümraniye'de dört katlı bir inşaatta işçiler harıl harıl çalışıyor. Sekizde başlayan mesainin bitmesine iki saat var. Çatıda kalasları çivileyen işçiler soğuk ve yağmurla da mücadele etmek zorunda. Alt katlarda sıva yapılıyor. Tuğla yüklü bir kamyon yanaşıyor inşaatın önüne, malzemeler içeri taşınıyor. Erzurum'dan gelen üç işçi de diğer çalışanlarla birlikte akşamı bekliyor. Beşe doğru yorgunluk çöküyor üzerlerine. Daha çok bedenleri yorulsa da zihinler de yorgun; memleket hayali, aile özlemi, tanıdık bir sese duyulan hasret, düşüncelerini yoruyor. Saat beşte paydos. Karla karışık yağmurun altında iki sokak ötede başka bir inşaata gidiyor çalışanlardan üçü. Yalnızca tuğlaları örülü binanın bir odasında kalıyor hepsi.

Altı yıldır inşaatlarda çalışan 29 Yunus Kökbalık (29), aceleyle elini yüzünü yıkıyor. Çünkü dünden kalan bulaşıkların yıkanması gerek, akşam yemeğinin hazırlanması için. "Mesai daha yeni başladı. Akşama kadar kürek sallıyorum, evdeki işler de bizi bekliyor. Uzanıp dinleneyim desem bir daha kalkamam, hemen işe koyulmak lazım." diyor. Diğerleri de taşıma su ile ellerini ve yüzünü yıkayıp üzerlerini değişiyor.
Yunus halıyı süpürürken kardeşi Yalçın (26) yemek için malzeme almaya bakkala gidiyor. Yunus bulaşıkları yıkarken oda arkadaşı Ersin Işık (21) ona yardım ediyor. "Bunca yıllık gurbetlik her şeyi öğretiyor insana." diyor Ersin. "Mecbursun öğrenmeye, yoksa tutunamazsın buralarda." diye devam ediyor.

"Rüyamda bile inşaattayım"
1997 yılından beri İstanbul'da inşaatlarda çalışan Yunus'a en zor gelen evlat hasreti. Biri ilkokul ikiye giden üç erkek çocuk sahibi Yunus, devam ediyor: "Erzurum'un Karaçoban ilçesinin Binpınar köyünde oturuyoruz. On yıldır evliyim. Ailemin rızkı için İstanbul'a geldim. Köye iki ayda bir gidebiliyorum. Gurbetlik çok zor. Bazen bir ay bir yıl gibi geliyor. Başka bir imkânım olsaydı bu işi bırakırdım. Kazandığım paranın yarısını memlekette alsam, gelmem İstanbul'a. Çoluk çocuğum yanımda olsun başka bir şey istemem."

Yalçın, aldığı tavukları pişirmeye hazırlanırken Ersin odanın köşesinde yığılı yataklara dayanıp yorgunluk atıyor. Henüz yaşı 21 olmasına rağmen hayatın ağır yükünü sırtlanmış. Patatesleri tencereye doğrayan Yalçın, Ersin'e takılıyor: "Yine dün gece uyutmadın bizi. Sayıklayıp durdun." Ersin, Yalçın'ın kaldığı yerden devam ediyor: "Çalışırken yorgunluğumu hissetmiyorum. Ne zaman gece yatıyorum, bütün vücudum ağrıyor. Rüyamda bile inşaatta çalışıyorum."

Uykusu dağılan Ersin, odada yerde duran televizyonun düğmesini çeviriyor. Televizyondaki ses, akşam haberlerini veriyor. Yalnız tüpü bittiği için görüntü yok. Onlar için artık kocaman bir radyo olan televizyonda Esenyurt'taki çadır faciası anlatılıyor. "Duyunca çok üzüldük. Esenyurt'a gittik görmeye." diyor Yunus.

Yemekten önce yorgunluk çayı demleniyor. Çaylar yudumlanırken sohbet başlıyor. 'Okumadığıma pişmanım.' diyor Ersin. "Ortaokulu terk ettim. Meslek olmayınca inşaat işçiliğine başladım. Son zamanlarda çok iş yok ama yetiyor yine de. Ayda 1.000 liraya yakın kazanıyorum. Bunun 400 lirasını aileme gönderiyorum. Hem çalışıp hem okumayı çok isterdim. Kurtulurdum bu işten belki. İstesem olmaz artık. Çünkü iş şartları okumaya elverişli değil. Bir gün çalışmazsak işten atılırız. Hem yevmiye ile çalışıyoruz. İşe gelirsen para var, gelmezsen o gün ziyandasın." Yunus, araya giriyor: "Bunlar hep garibanlığımız yüzünden. Çalışmaya mecburuz. İşin zorluğu bir yana, gurbetlik ayrı bir dert. Çocuk çocuğun yanında olamamak üzüyor beni. Biri hasta oldu geçenlerde. Aklım orada kaldı. Akrabalar ilgileniyor ama babanın yerini tutar mı? Evde çay bitse kim alıp gelecek şehirden? Yanıma getirme imkânım da yok. 1.000 lira ile nasıl geçineyim! Her şey masraf. Eşimin kolu kırıldı 2 ay önce. 5 bin lira masraf çıktı. Hastanede bırakıp geldim. Burada bir ay çalışmazsan onlar aç kalır."

Halının üzerine gazete kâğıtları seriliyor. Yemek hazır. Yalnızca patatesli tavuk ve bolca ekmek var menüde. Dumanı tüten yemeğe kaşıklar giderken sohbet başka bir mecrada ilerliyor. Bunca yıldır İstanbul'da olmalarına rağmen burada yaşamıyor gibiler. Hiç gezmemişler, daha doğrusu gezmeye ayıracak paraları olmamış. "Başıboş gezenlere sorun İstanbul'u onlar anlatır." diyor Ersin ve devam ediyor: "4. Levent'i çok merak ediyorum. Ama hiç gitmedim. Gezmeye ayıracak kadar paramız yok. İstanbul çalışma yeri bizim için, turistik yer değil."
Konuşmayı fazla sevmeyen Yalçın, yavaş yavaş açılıyor. 2 ay önce nişanlanan Yalçın'ın hayali evlenince İstanbul'a yerleşmek. Şimdi verdiği 7 bin lira başlık parasını biriktirmek zorunda. "On beş gündür kontörüm yok. Nişanlımı arayamıyorum. O beni babasının cebinden arıyor."

Sarılıp doya sıya koklayamadıkları çocuklarının hasreti, iki çift kelam edemedikleri eşlerinin özlemi, memleketin havası, suyu, toprağının kokusu yüreklerinde sızı olarak kalmaya devam etse de hayatta kalma mücadelesi veren bu insanlar İstanbul'a yenilmemeye kararlı.
Kaynak: Turgut ENGİN - ZAMAN

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.