banner2

“Babadan zengin” derler ya… Güneydoğunun incisi bir ilde yaşayan (şimdi vefat etmiş) Erol Amca da böylesi bir zengindi. Gözünü dünyaya açar açmaz bolluk inde yaşamış, kıtlık yılları hariç hiç sıkıntı çekmemişti. Babasından kalma altınları ve taşınmazları vardı. Taşınmaz mülk bakımından yaşadığı ilin en zenginlerinden sayılırdı. Kuşkusuz ki, Erol Amca da boş durmamıştı. Babasından kalma mülkleri yiyip bitirmek suretiyle bir mirasyediliğe gözünü dikmemişti. Planlı ve projeli bir çalışma hayatı vardı. Başarılı bir iş hayatıyla daha da zengin olmaya başladı.

Derken mutlu bir evlilik yaptı; bu evlilikten iki oğlu ve iki kızı dünyaya geldi. Çocuklar Liseyi bitirdikten sonra babaları onlar için iş imkânı hazırladıysa da, çocukların gözü başka mesleklerdeydi. Onlar mal-mülkle ve yorucu olan esnaflıkla uğraşmak istemediler. Bu yüzden Erol Amca çocuklarını yurt dışında ve en iyi üniversitelerde okuttu. Kızlar doktor oldular, erkekler de mühendisliği tercih ettiler. Babaları bundan memnun olmasa bile yapacak başka bir şey yoktu. Bu yüzden işlerinin başına yakın dostlarından bazı adamlar getirerek işini yürütmeye devam etti.

Çocukları da mesleklerinde son derece başarılıydılar. Mühendisliği tercih eden oğlanlar ortaklaşa bir müteahhitlik firması kurup inşaat yapmaya başladılar. Deyim yerindeyse kısa zamanda kendi işlerinin patronu oldular. Kızlardan biri çocuk uzmanı, diğeri kadın hastalıkları uzmanıydı. Her ikisi de, kentin ünlü doktorları arasında yerlerini aldılar.

Baba Erol Amca ve eşi Zahide yavaş yavaş yaşlanıyorlardı. Zahide hanım amansız bir hastalığa yakalanmış ve 60 yaşlarında vefat etmişti. Erol Amca tek başına kalmıştı. Eşinin vefatından sonra evlenmek istemedi. Hem fazla çocuk sahibi olmak istemiyordu hem de çocuklarına cici anne getirip onları rahatsız etmek istemiyordu. Büyük bir fedakârlık yaparak bekâr kalmayı tercih etmişti.

İlk zamanlar fazla sıkıntı çekmedi. Hem kendi işini yapabiliyordu, hem de çocukları zaman zaman gelip onu ziyaret ediyorlardı. Hayat bu şekilde devam edip gidiyordu. Fakat Erol Amca 65 yaşına geldiğinde o da eşi Zahide Hanım gibi bir hastalığa yakalandı ve kötürüm hale gelmişti. Yardım görmeden hiçbir şahsi işini yapamıyordu. Ne abdest alabiliyor, ne de sokağa çıkabiliyordu. Fakat aklı başındaydı.

İlk zamanlarda çocukları gelip onunla ilgilendiler. Fakat kötürüm bir adamı kaldırıp indirmek, onun yıkamak, yedirmek ve tuvaletini yaptırmak o kadar kolay değildi. Bu, tam manasıyla sabır isteyen bir işti. Ama Yurt dışında eğitim görmüş çocukları bu işe oldukça yabancıydılar ve babalarını indirip kaldırmaktan çabuk bıktılar. Hele eşleri, kokuyor diye kayınpederlerinin evine uğramaz olmuşlardı.

Çocukları bir araya gelip aile meclisinde babaları hakkında bir karar vermeliydiler. Öyle ya… Kim her gün gidip onu yedirecek, yıkayacak ve tuvalete götürecek? Aile meclisi olarak bir bakıcı tutmaya karar verdiler. Bir adam Erol Amcanın evine yerleşti ve ona bakmaya başladı. Fakat adam oldukça hırçındı; Erol Amcayı kaldırıp indirirken rahatsız ediyordu. Şikâyet üzerine yeni bir bakıcı aldılar. Fakat yeni bakıcı eskisinden beterdi. Çocuklar tekrar toplanıp bir karar verdiler: Babalarını Huzur Evine yerleştireceklerdi. Huzur evinin müdürüne teklif götürdüklerinde,  müdür ünlü ve zengin bir adamı almayı seve seve kabul etti. Buna karşılık çocuklar her ay babaları için en üst düzeyde bir ödeme yapmayı kabul ettiler. Ancak bu işlemi babalarından gizli tuttular.

Erol Amca çocukların kendi aralarındaki fısıltılarından Huzur Evine taşınacağını anlamıştı. O, kendisi için bakıcı tutulmasından hiç hoşlanmamıştı. Huzur evine gidecek olmaktan da çok korkuyordu. Zira bu, onun evinden, çocuklarından ve ailesinden tamamen kopması anlamına geliyordu. O çocuklarıyla yaşamak istiyordu. Yabancı bakıcıların değil, kendi öz çocuklarının kendisine bakmalarını istiyordu.

Çocuklar iki gün sonra onu bir taksiye bindirip Huzur evine götürdüler. Yolda “Oğlum beni nereye götürüyorsunuz?” diye sorduğunda çocukları, “Baba seni çok mükemmel bir bakıcının yanına götüreceğiz. Orada sana çok iyi bakılacak” diye cevap verdiler. Bu cevap bir granit ağırlığıyla Erol Amcanın göğsüne çöktü. Sesini çıkarmadı.

Erol Amca Huzur evine yerleştikten sonra Müdür Beyi çağırdı ve ona şöyle dedi: “Oğlum, ben mal-mülk sahibi ve taşınmazları çok olan zengin bir adamım. Madem artık burada yaşayacağım, lütfen beni Tapo Müdürlüğüne götürün de, bütün varlığımı müessesinize bağışlayayım. Ancak çocuklarım bunu duymasınlar.”  Müdür, Erol Amcayı hemen Tapo’ya götürdü; fakat Tapo’daki yetkililer, devrin yapılabilmesi için Erol Amcadan sağlık raporu istediler. Hemen onu hastaneye götürüp “Tüm aklî melekeleri yerindedir” raporunu aldılar. Böylece Erol Amca bütün mülkünü Huzur Evine bağışlamış oldu.

Birkaç gün sonra haberi alan çocukları şoke oldular. Hemen Tapo’ya koşup itiraz ettiler. Fakat Erol Amca işlemde bir eksiklik bırakmamıştı. Her şey resmiydi ve herhangi bir açığı yoktu. Böylece o ilin Huzur Evi, Türkiye’nin en zengin kurumu haline gelmişti.

Babalarına bakmayı reddedenlerin bazıları,  bu dünyada ciddi bir yaptırımla karşılaşmış olabilirler. Ama ahiretteki hesap çok daha ağır olacaktır.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.