banner2



Bu milletin meclisi olan TBMM öyle bir Anayasa yapmalıdır ki, halkın ekseriyeti, “Evet, bu benim Anayasamdır” diyebilmelidir.
Bugün Amerika’da, İngiltere’de ve Avrupa’nın birçok ülkesinde, oralarda yaşayan halkın (İster Hıristiyan, ister Budist, ister Müslüman, ister Yahudi, ister dinsiz olsun) Anayasalarıyla bir sorunları yoktur. Anayasa, adeta bir şemsiye gibi bütün vatandaşların hukukunu koruma altına almaktadır. Anayasalar, halkın hukukunu koruyunca vatandaşlardaki aidiyet duygusu da netleşiyor ve herkes “Ben Amerikalıyım, Ben İngilizim, Ben Almanım” diyebiliyor. Vatandaşın milliyetperverlik, hatta milletperverlik duygusu gelişme gösteriyor. Başka bir deyimle, vatandaşların devlet malına zarar verme eğilimleri azalıyor. Herkes “Bu yol benimdir; zarar vermemeliyim. Bu elektrik benim; çalmamalıyım. Bu su benim; israf etmemeliyim” dediği için milli servetin çar-çır edilip kayba uğraması da güvence altına alınmış oluyor.
Denilebilir ki, bugün Doğu ve Güneydoğudaki elektrik kaçağının yüzde yetmişlerin üzerinde olmasının temelinde, Türkiye’ye olan aidiyet duygusunun zayıflığı yatmaktadır. Elektrik kaçağına tevessül eden vatandaşların bir kısmı, “Bu devlet kâfirdir. Devlet dini ve dindarları korumuyor. Burası Darü’l-Harb’dir. Dolayısıyla her şey mubahtır” düşüncesinden yola çıkıyor. Bir kısmı da, “Biz Kürdüz; devlet bize karşı adil davranmıyor. Dolayısıyla çalmak, çırpmak, yakıp-yıkmak bizim hakkımızdır” düşüncesinden hareket ediyor. Bunu önlemenin yegâne çaresi, öncelikle Müslümanların, gayrimüslimlerin, hatta dinsizlerin ve farklı ırklara mensup olan vatandaşların hukukunu güvence altına alan bir Anayasanın yapılmasıdır. Bu yetmez; Anayasa yapıldıktan sonra kanunlar da Anayasaya uyarlanmalı ve vatandaş ciddi bir eğitim sürecinden geçirilmelidir. Yazılı ve görsel medya vasıtasıyla yeni Anayasanın kucaklayıcılık vasfı halka anlatılmalıdır. Özgür, adil ve demokratik bir Anayasa yapıldıktan sora eğitim süreci de ihmal edilmezse Kürt bir vatandaş, “Biz Kürdüz ama Türk vatandaşıyız ve Türkiye bizim devletimizdir” diyebilecektir.
 
Anayasada Muhakkak Yer Alması Gerekli Konular
 
a) Tepeden İnmeci İdeolojiler Açısından:1982 Anayasası, halkı belli bir ideoloji etrafında kümelendirmeye çalışan bir metindi. Adeta bir kanun kitabı kadar tafsilatlı yazılan bu metnin tek amacı vardı; o da Atatürçülüğü ve Kemalizmi koruma altına almak, Türk dışındaki kavimleri ve dilleri inkâr ederek Türkiye’de sadece Türklerin yaşadığını varsaymak ve bir öcü gibi gösterilen dindarlığa karşı laiklik rejimini ayakta tutmaktı.
Yeni Anayasada, Kemalizm, Atatürkçülük, Türk milliyetçiliği, Laikçilik ve Dinci düşmanlığı gibi ideolojileri besleyen ifadeler yer almamalıdır. Eğer bu tür tepeden inmeci ve halkı hizaya getirici ideolojileri besleyen ifadeler Anayasada yer alırsa, Askeri Vesayet, Yargı Vesayeti ve diğer kutsal devlet düşüncesini yaşatmaya yönelik hukuk dışı yapılar gibi derin yapılanmaların oluşması kaçınılmaz olur. Başka bir deyimle, devleti mafyanın elinden kurtarmak imkânsız hale gelir.
Yeni Anayasada bu ideolojiler ayakta tutulduğu sürece bugün olduğu gibi baskı, eşitsizlik, adaletsizlik, kamu imkânlarının haksız kullanımı, gelir dağılımındaki adaletsizlik, ayrımcılık v.b. hukuk dışı oluşum ve çeteleşmelerin ortadan kaldırılması imkânsız hale gelir. Bu yüzden yeni Anayasada, her türlü vesayetçi yapının oluşmasına izin ve imkân verilmemeli, hukuk dışı uygulamaların ortadan kaldırılması Anayasal güvence altına alınmalıdır. Bu konuda Türk vatandaşlarının sağduyusuna güvenmeli ve toplumun gücü ve iradesi esas kabul edilmelidir.
b) Din-Hukuk İlişkisi Açıdan:  Yeni Anayasada Müslümanların ve diğer inanç gruplarının hassasiyetleri gözetilmeli; hiç kimse inancına aykırı bir pozisyonda kanunlara muhatap edilmemelidir. Her kese ibadet etme özgürlüğü tanınmalıdır. Okullarda, fabrikalarda, iş yerlerinde ve halkın sık sık uğradığı yerlerde Müslümanlar için mescitler, diğer inanç grupları için “Din Evi” adı altında ibadethaneler açılmalıdır. Hâkimin önüne çıkan her vatandaş, dini kıyafet ve inançlarını koruyabilmelidir. Evlenme, boşanma, kadın hakları, mal rejimi, evlat edinme, nafaka, miras, mülkiyet, ticaret ve diğer alanlarda herkes inancına göre davranma hakkına sahip olmalıdır. Cezalar da, inançları hesaba katarak yeniden düzenlenmeli, yönetmelikler, dini hassasiyetleri hiçe sayacı bir üslupla düzenlenmemelidir.
c) Devletin Dindeki Tasarrufu: Devlet, uzmanları vasıtasıyla dinde tasarruf etmemelidir. Başka bir deyimle, din hizmetleri, devletin belirleyeceği uzmanlar vasıtasıyla değil, din mensuplarının isteği, talebi, ihtiyacı ve onayına göre oluşturulmalı ve yönlendirilmelidir. Dinî hayatı ve dindarlığı benimsemeyenler dini hayat üzerinde etkili olmamalıdırlar. Halkın 10 yıl, 20 yıl sonraki dinî hayatı, TBMM tarafından çıkarılacak kanunlarla sınırlandırılmamalıdır. Din ve dinî hayat,  bizzat kendi mensupları tarafından tanımlanmalıdır. Din hizmetlerini yürütmekte olan Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün devamı, kaldırılması, yeniden yapılandırılması veya farklı bir kurumlaşmaya gidilmesi, temsilcileri marifetiyle Müslümanlar tarafından kararlaştırılmalıdır. Yani dini yaşayan mensupların görüşleri alınarak kararlaştırılmalıdır.
d) Eğitim Hakkı: Herkes inancına uygun eğitim ve öğretim hakkına sahip olmalıdır. Bu hak hiçbir şekilde engellenmemelidir. Kimse inancına uygun olmayan ve istemediği eğitim ve öğretime zorlanmamalıdır. Eğitim kurumu açma, müfredat belirleme ve diğer eğitim öğretim faaliyetlerini yürütmede başta Müslümanlar olmak üzere tüm inanç grupları özgür olmalıdır. Reşit olmayanların nasıl bir eğitim-öğretime tabi tutulacağı ve zorunlu olup olmayacağı ebeveynlerin tercihine göre belirlenmelidir. Din eğitimi ve öğretimi; dinî ihtiyaçlara göre ve din mensuplarının isteğine uygun olarak yapılmalıdır.
Genel ve temel eğitim dili Türkçe olmalıdır. Ancak farklı dil konuşan grupların kendi dillerine uygun eğitim alma hakları olmalıdır. Bu boşluk, tercihli ders sistemiyle telafi edilmelidir. Türkçe dışında farklı bir dilin öğretilmesini isteme hakkı, bir sınıfta, o dili öğrenmek isteyen en az 10 kişinin müracaat etmesiyle gerçekleşir. İsteyen Kürt, Çerkez ya da Arap, bir sınıfta 10 öğrenci mevcut olduğu takdirde anadillerini öğreten bir öğretmen isteme hakkına sahip olmalıdırlar. Böylece anadilin eğitim dâhil her alanda kullanılabilmesinin önündeki bütün engeller ortadan kaldırılmalıdır. Fakat Doğu ve Güneydoğudaki tüm okullarda anadilde eğitim sürecini başlaması halinde bu durum,  25 yıl sonra tamamen bölünmeye yol açabilir.
e) Seçim: Partilerde liderlerin sözü mutlak bir şekilde geçerli olduğu için birçok bölgede halkın istediği kişiler değil de, sadece liderin istediği kişiler seçilmektedir. Bu çarpık durumun önüne geçilmelidir. Adil olan, parti genel başkanının gerekçeli veto hakkına sahip olmasıdır. Yani, istemediği bir aday, eğer bölge halkının ekserisi tarafından isteniyorsa genel başkanın,  haklı bir gerekçe ile o adayı veto etme hakkı olmalıdır.
%10 luk seçim barajı Türkiye’nin istikrarı için hala bir şans olduğunu düşünüyorum. Seçim barajının yüzde onun altına düşürülmesi halinde koalisyonlar devrinin başlaması kaçınılmaz olduğu gibi, hem ekonomide hem de güvenlikte zaafların önüne geçilmesi oldukça zor olur. Kanaatimce yüzde onluk seçim barajı 1923 yılına kadar devam etmeli; daha sonra seçim barajı kademeli bir şekilde yüzde altıya kadar indirilmelidir.
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.