banner2
Ben de 28 Şubat mağdurlarından biriyim. Bölümde başka profesör olmadığı için o dönemde bölüm başkanlığı görevini yapıyordum. Ama o da ne? Dekanımız merhum İbrahim Düzen Hoca her Allah’ın günü sıkıştırılıyor ve ”Sizde boşu boşuna oturup hiçbir iş yapmayan okutmanlar ve öğretim görevlileri vardır. Bunarlın görevine neden son verilmiyor?” adeta tehdit ediliyordu.

Doğru, hiç derse girmeyen okutmanlar ve öğretim görevlileri vardı. Çünkü zaten fakültenin öğrencileri 800’den 80 öğrenciye düşürülmüştü. Daha önce araştırma görevlilerine ders yaptırılırken şimdi her hocaya iki öğrenci düşüyordu. Dolayısıyla 800 öğrenciye ders verecek hocaların büyük çoğunluğu işsiz kalmıştı. Hatta bir ara “Hocalar dağıtılacak” deniliyordu. Ama dağıtılacak bir yer bulamadılar.
Bir gün iki tane sivil polis yanıma gelerek “Hocam çayınızı içmeye geldik” dediler. Ben de “Buyur” dedim. Bu adamlar tam iki yıl boyunca bölümdeki hocaların siyasî görüşleri hakkında bana sorular sordular. Şunu demeye getirdiler: “Hocam, Bölümde bu adamların fazla olduğunu yazmalısınız ki, üst makamlar da onları kurumdan atabilsinler. Aksi takdirde onlar kurumdan atıldıkları takdirde mahkeme yoluyla geri gelirler. Siz bu konuda bize yardımcı olunuz” diyorlardı.

Ben de onlara: “İnsanların ocağını söndürmek için size nasıl yardımcı olayım? Siz İrtica bahanesiyle ocak söndürüyorsunuz. Beni de kendinize ortak edeceksiniz, öyle mi? Ben bu konuda size asla yardımcı olmayacağım. “İşi yok” dediğiniz elemanların tümü de, kendilerine iş verilmesini bekliyorlar. Hiç birisi tembel değildir” dedim. Ben o sivil memurları görünce artık başıma ağrılar giriyordu. Konuyu ne kimseyle paylaşabiliyorum, ne de onlara “Artık Gelmeyin” diyebiliyorum. Çünkü: “Biz gizli bir görev için buradayız” diyorlardı.

Kuşkusuz onlara karşı bu tavrım başıma çok işler getirdi. O zamanın rektörü başörtülü kızların tespit edilmesi için bizi görevlendirdi. Yani hangi hocanın dersine başörtülü kızlar girerse, hoca onları tespit edip bana bildirecek; ben de onlarla ilgili bir rapor düzenleyip Dekanlığa verecektim… Kızların isimlerini bana verenler de oldu vermeyenler de. Hepsi yanımda mahfuz…

Daha önce okutman olan o zamanın genel sekreteri, yüksek lisans yaparken benden Osmanlıca derslerini almıştı. Bu yüzden iyi tanışırdık. Biz ders esnasında zaman zaman tarihi konularda tartışır ve onun ölçüsüz bir Kemalist olduğunu biliyordum. Ama her görüş gibi onun görüşüne de hep saygı gösterdik ve hala herkesin görüşüne saygılı olmaya devam ediyorum.

Fakat irtica dalgası o kadar yüksekti ki,  o adam genel sekreter olduktan birkaç sonra odama geldi ve: “Hocam sizin duvara asılı Atatürk Resminiz neden yok?” dedi.

Ben de: “Kimse bana vermedi ki; ben nereden bulayım?” dedim. Bunun üzerine adam: “Biraz da öfkeyle: “Bu şahsiyete saygılı olmak zorundasınız Hocam” dedi ve ayrıldı gitti. Yani saygılı davranmazsanız başınıza geleceklerden sorumlu değilim, demek istedi. Biz de, ne olur ne olmaz diyerek bir resim bulup kitaplığımızın üstüne koyduk. Hala oradadır.

Bunlar birer bahaneden başka bir şey değildi. Konu 28 Şubat olunca her hafta rektörün emriyle düzenlenen içkili yemeklerden söz etmemek olmaz elbette ki…

Bir gün rektör bana: “Neden bizim yemeklerimize gelmiyorsunuz; içkili olsa bile size bir günah yazılır mı?” dedi.
Ben de: “Efendim, siz demokratik haklarınızı kullanarak içiyorsunuz; bari bizim de o içkili yerlere gelmeme özgürlüğümüze saygılı olun” dedim. Yine da hatır için bir gün gittim; fakat hayatımda bu kadar iğrenç kokularla karşılaşmamıştım. Tövbe ettim; bir daha gitmedim. Ama içmedikleri halde her hafta o toplantılara katılanlar vardı.


Halis altının ayarı taş üstünde belli olurmuş.
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.