banner2
Öne Çıkanlar PapeAlioune Ndıaye Dergah Camisi İmam Hatibi İbrahim Onat Pamuk (Kütlü) Pakistan MİLGEM Korvet Projesi MİLGEM Korvet Projesi

Davutoğlu ile Erdoğan arasındaki kırılma noktaları - Pelikan dosyası nedir?

Başbakan Ahmet Davutoğlu ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında var olan görüş ayrılıkları nelerdir. son günlerde çokça konuşulan Pelikan dosyası nedir? AK Parti genel başkanı Davutoğlu bugün kongre kararını açıklayacak mı? Davutoğlu ile Erdoğan arasında ilk görüş ayrılıkları ne zaman çıktı? detaylar haberimizde...

Ahmet Davutoğlu 20 aylık Başbakanlığı'nda Genel Başkanlık ve Başbakanlık koltuğunu devraldığı Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir dizi görüş ayrılığı yaşadı. Bunların bazıları kamuoyuna "ufak krizler" olarak yansıdı, bazıları hiç yansımadı. Bazıları kırılma noktası diyebileceğimiz nitelikteydi

Hiçbir zaman kamuoyu önünde açık açık tartışmadılar, birbirlerine rest çekmediler, birbirlerini eleştirmediler. Ama kimi zaman satır aralarında okunabilen kimi zaman daha net ortaya çıkan görüş ayrılıkları hep vardı.
İşte, 20 aydır Genel Başkanlık ve Başbakanlık koltuğunda oturan Ahmet Davutoğlu ile o partinin kuruluşundan itibaren 13 yıl genel başkanlığını yapıp 2014 yılında halkın doğrudan seçtiği ilk Cumhurbaşkanı olan Tayyip Erdoğan arasındaki ilişkilerin kırılma noktaları.

İlk işaret Hakan Fidan
Dışarı yansıyan ilk görüş ayrılığı Milli İstihbarat Teşkilâtı (MİT) Müsteşarı Hakan Fidan üzerinden oldu. Fidan'ın Davutoğlu ile istişare ederek 7 Haziran seçimleri için milletvekilliğine aday olmasına Cumhurbaşkanı Erdoğan karşı çıktı. “Ben bunu da açık sözlü olarak değerlendirmek isterim. Ben adaylığına olumlu bakmıyorum. Bunu Sayın Başbakan’a da söyledim. Adaylığını kabul etmek veya onu aday olarak göstermek, o Sayın Başbakan’ın takdiridir, ona da benim karışma yetkim yok, böyle bir hakkım da yok” dedi. Fidan, Cumhurbaşkanı’nın bu sözlerinden bir süre sonra adaylığını geri çekti ve yeniden MİT'teki görevine döndü.
Fidan’ın yeniden atanmasının ardından 10 Mart 2015 günü yaptığı açıklamada Başbakan Davutoğlu, durumu bir görüş ayrılığı olarak nitelemedi ancak açıklamasında Cumhurbaşkanı ile istişare ettiğinin altını çizdi.
"Milletvekilliği aday adaylığı söz konusu olduğunda, kendisine bu izni vermiş olduğumuz gibi bu adaylığı çekmek istediğinde de aynı şekilde kendisinin kararına saygı duyarak, dün itibariyle talebini kabul ettim. Nasıl ayrılırken benim imzamla ve tek imzayla bu işlem gerçekleşmişse, dün de aynı şekilde oluru vererek görevine iade etmiş olduk. Sayın Cumhurbaşkanımızla benim aramda bu konuda herhangi bir görüş ayrılığı veya farklı kanaatlere dayalı yaklaşım yoktur, her zaman istişare ederiz. Tabii eğer farklı kanaatler varsa, bunlar da bu istişarelerde açılır. Son adım da dün göreve atanması konusunda da Sayın Cumhurbaşkanıyla bir istişare yaptık."

Şeffaflık paketi
Başbakan Davutoğlu başkanlığındaki hükümetin üzerinde çalıştığı kamuda şeffaflık paketi de iki isim arasında en net görüş ayrılıklarının yansıdığı bir başlıktı. Tüm siyasilerin mal bildiriminde bulunmasının yanı sıra bakanlıklarla belediyelerin imar kararlarında bazı düzenlemeler yapılacaktı. Ancak Cumhurbaşkanı Beştepe'ye çağırdığı bazı AK Partili isimlerle görüşmesinde, "Mal bildirimini il ve ilçe başkanları düzeyine indirirseniz, bu görevi üstlenecek kişiyi bulamazsınız" dedi.

Paket rafa kalktı.
Ancak Başbakan Davutoğlu seçim sonrasında “Siyasi etik kanunu ve siyasetin finansmanında şeffaflık öngören kanun tasarısını” Hükümet’in eylem planı içinde yeniden gündeme getirdi. Siyasi etik yasası hâlen Meclis Genel Kurulu gündeminde.

Dolmabahçe açıklaması
Erdoğan ile Davutoğlu’nun başkanlığındaki AK Parti Hükümeti arasında yaşanan görüş ayrılıklarından biri Dolmabahçe açıklaması oldu. Çözüm süreci açısından önemli adımlardan biri olarak değerlendirilen açıklama için hazırlıklar yapıldı, açıklamanın nerede yapılacağı, kimlerin katılacağı belirlendi ve 28 Şubat günü açıklama yapıldı. Aynı günlerde gündemde Öcalan ile yapılan görüşmelere katılacak İzleme Heyeti’ne ilişkin isimler de basına yansıyor, hatta heyetin ne zaman adaya gideceği tartışılıyordu. Ta ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 20 Mart 2015 günü yaptığı konuşmaya kadar.
"Ben gazetelerde okuyorum. Böyle bir şeyden benim haberim yok. Bu olaya da ben olumlu bakmıyorum. Birilerini tatmin için bu işler yapılmaz. Bunun dışındaki süreç kendi çerçevesi içinde kalmalıdır. Dağa bile çeşitli roman yazarları gönderildi. Ne netice alındı. Yeni romanlar mı yazdırılacak? Bunlara gerek yok, bunları doğru da bulmuyorum."
Erdoğan, bu sözlerden bir süre sonra Dolmabahçe açıklamasını da doğru bulmadığını söyledi.

Koalisyon hükümeti
Davutoğlu’nun Genel Başkanlığı'ndaki AK Parti’nin en kritik dönemeçlerinden biri 7 Haziran seçimleri sonrasında tek başına iktidarı kaybetmesi oldu. Koalisyon kurulması için diğer partilerle görüşmelerin başladığı bu süreçte Davutoğlu’nun koalisyon kurulmasından yanaydı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ise koalisyon hükümeti kurulmasına pek sıcak bakmadığı, yeniden seçime gidilmesini istediği kulislere yansıdı. Cumhurbaşkanı koalisyon ile ilgili, "Koalisyon olup olmayacağı görülecek. Ama son 20- 30 yıla bakınca en uzun süreli koalisyon üç buçuk sene sürmüş. Ondan önce 16 ay süren koalisyon bile var. Bunlardan ülkemiz için fayda bekliyorsak boşuna bekliyoruz" şeklinde açıklamaları oldu. Sonunda partiler arasında bir uzlaşma sağlanamadı ve yeniden seçime gidildi.

Başkanlık sistemi
Diğer başlıklar kadar olmasa da başkanlık sistemi, daha doğrusu 'nasıl bir başkanlık sistemi' olacağı da iki isim arasındaki görüş ayrılıklarının satır aralarından okunabildiği bir alan oldu. Kaldıki nasıl bir başkanlık sistemi tartışmasından önce de Başbakan Davutoğlu'nun 7 Haziran seçim sonuçlarına ilişkin yaptığı değerlendirme dikkat çekiciydi, Davutoğlu, seçim sonuçlarına dikkat çekerek “Halk anayasa değişikliği için bize yetki vermedi” dedi.
"Biz sistemin değişmesini isterdik, başkanlık sistemini gündeme getirdik. Ben de isterdim, beyannameye de koydum. Parlamenter sisteme karşı değilim hiçbir zaman da olmadım. Ama Türkiye’de uygulanan sistem parlamenter sistem değil. Biz başkanlık sistemine geçmeyi tasavvur ettik ama halk bunu uygun görmedi. Verdiği oylarla bize bu yetkiyi vermedi. O zaman şimdi varolan sistemi işletmektir bizim sorumluluğumuz."
Cumhurbaşkanı ise konuyla ilgili değerlendirmesini, 15 Ağustos günü "Türkiye’de sistem değişmiştir" sözleriyle yaptı.
"Cumhurbaşkanı elbette Anayasa'da sınırları çizilen yetkiler çerçevesinde ama doğrudan millete karşı sorumlu olarak görevini yürütmek durumundadır. Bu makamda kim oturursa otursun yapacağı budur. İster kabul edilsin ister edilmesin, Türkiye'nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken bu fiili durumun hukuki çerçevesinin yeni bir Anayasa ile netleştirilmesi, kesinleştirilmesidir."

Binali Yıldırım için verilen imzalar
AK Parti’nin Davutoğlu’nun Genel Başkan seçilmesinden sonra yapacağı ilk olağan kongresi ise krizin büyük bir sürprizi beraberinde getirdi. 50 asil ve 25 yedek üyeden oluşan MKYK listesinin nasıl şekilleneceği konusunda Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Başbakan Ahmet Davutoğlu arasında bir "anlaşmazlık" yaşandı. Davutoğlu’nun kendi hazırladığı listede ısrarcı olması üzerine ortada Genel Başkan adaylığı için Cumhurbaşkanı Erdoğan'a en yakın isimlerden Binali Yıldırım'ın adı dolaşmaya başladı.. Üstelik Yıldırım’ın sadece adı geçmekle kalmadı, bunun için delegelerden 900 civarında imza toplandığı da yazılıp çizildi. Cumhurbaşkanı ile Başbakan, bu haber basına yansıdıktan sonra liste üzerinde anlaşmaya vardı, Yıldırım aday olmadı ve Davutoğlu oybirliğiyle yeniden Genel Başkan seçildi.

Akademisyenlerin tutuklu yargılanması
Son dönemde Davutoğlu ile Erdoğan arasındaki görüş ayrılıkları daha da sık yaşanmaya başladı. Bunlardan biri, imzaladıkları bir bildiri ile PKK’ya yönelik operasyonları 'biz bu suça ortak olmayacağız' diye eleştiren akademisyenlerin tutuklu yargılanmalarıyla ilgiliydi. Başbakan Davutoğlu, 29 Mart 2016 tarihinde yaptığı açıklamada akademisyenlerin tutuksuz yargılanmasından yana olduğunu söyledi.
"Ben prensip olarak hüküm verilene kadar eğer herhangi bir hukuki zorunluluk yoksa, insanların tutuklu yargılanmalarına karşıyım. Sonunda beraat olursa, özgürlüklerin kısıtlanması geri ödenemeyecek bir haktır. Bana en büyük cezayı versinler, ama konuşma, yürüme özgürlüğümü elimden almasınlar. 28 Şubat’ta baskılar yaşamış bir akademisyen olarak söylüyorum: Düşüncenin hiçbir türüne sınır getirilmesini kabul edemem."
Konuyla ilgili sık sık değerlendirmelerde bulunan Cumhurbaşkanı’nın bu konuyla ilgili bakışını dile getirdiği bir açıklamalarından biri ise 5 Nisan 2016’da oldu.
"Bakıyorsunuz son zamanlarda, ‘akademisyen olduğuna göre tutuksuz yargılansın’ deniyor. Ne demek, suçluysa, eğer yargı buna hükmettiyse o da tutuklu yargılanacak. Akademisyen görünümlü destekçi, gazeteci kimlikli casus, siyasetçi kılıklı eylemci, memur ünvanlı milis olarak, terör örgütünün emrine girenlerin elinde silahı, bombası olan teröristlerden hiçbir farkı yoktur. Yine kuzu postuna bürünmüş sırtlanlar da terör örgütü mensuplarıyla aynı amaca hizmet ediyorlar. Bu konuda da milletçe dikkatli olmalıyız."

Yetkilerinin geri alınması
Son rahatsızlık ise AK Parti MKYK’sının teşkilâtları atama yetkisini geri almasıyla oldu. Bazı MKYK üyeleri bir süredir içlerinden birinin ifadesiyle “Teşkilâtların genleriyle oynanmasından” rahatsızdı. Bu rahatsızlık teşkilâtlara atama yapma yetkisinin Genel Başkan ve teşkilâtlanmadan sorumlu genel başkan yardımcısından, MKYK’ya devredilmesiyle sonuçlandı. 50 kişilik MKYK üyelerinden Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yakın olduğu belirtilen 47’si parti bu amaçla yazılmış bir dilekçeyi Genel Başkan'dan habersiz olarak imzaladı. Bu hamle, pek çok kimse tarafında AK Parti içinde Genel Başkan'a karşı bir "muhtıra" olarak değerlendirildi.

Pelikan dosyası nedir? pelikan dosyasında ne var? pelikan dosyasını kim yazdı?

27 maddede anlatıldı

‘Pelikan Dosyası’ adlı bloga girilen ‘Selam olsun’ başlıklı yazıya şu sözlerle başlandı: “Hocanın ekibi yeterince konuştu. Hocalarıyla beraber yeterince ortalığı karıştırdı. Biraz da biz konuşalım mı? Biraz da, REİS için canını feda edecekler konuşsun mu? Çok az kişi aslında neler olduğunu biliyor.”

Erdoğan-Davutoğlu ayrışmasının 27 maddede anlatıldığı yazının sonuç kısmında şöyle dendi: “Hoca ile REİS arasındaki hikaye basit bir ihtiras hikayesi değildir. Çünkü hoca kendi ihtiraslarının peşinden koşabilmek için, REİS karşıtı, ve dolayısıyla REİS’i destekleyen halkın karşıtı kim varsa, onunla işbirliği kurma yoluna gitmiştir. Küresel güçlerin ülkemizdeki satrancında vezir görüntüsüne sahip basit bir piyon olmayı kabul etmiştir. Kavga budur. Kaybedeni de bellidir!”

İŞTE PELİKAN DOSYASINDA YAZILANLAR...

Selam Olsun!
Önemli not: Bu blogun sosyal medyada hiçbir hesabı yoktur! Bu blog dışında hiçbir yerde şubesi yoktur ve olmayacaktır! Özellikle Paralel şerefsizlerin açtığı “@pelikanbildiri” hesabına itibar etmeyiniz!

Hocanın ekibi yeterince konuştu.

Hocalarıyla beraber yeterince ortalığı karıştırdı.

Biraz da biz konuşalım mı?

Biraz da, REİS için canını feda edecekler konuşsun mu?

Çok az kişi aslında neler olduğunu biliyor.

Kabus gibi.

Hani çığlık atarsınız da kimse duymaz ya..

İşte öyle bir şey.

Hani herkesin ortasında cinayet işlenir de kimse aldırmaz ya..

İşte öyle.

Yani benim hissettiklerim öyle.

Her şey ortada, ama gören yok.

İnsanlar uyumak yerine, sırf ortada olanı görmeyi başarabilselerdi, benim bu yazıyı yazmama gerek kalmazdı…

Buradan çığlık atıyorum. Duyun artık:

Hanımlar! Beyler! Burası dehşet bir ülke.

Hiçbir şeyin yüzeysel bir bakışla görülemeyeceği bir ülke.

Üzerinde tüm süper güçlerin satranç oynadığı bir ülke.

Öyle Ergenokun’u pasifleştirmekle, paraleli tırstırmakla falan, bir günde güllük gülistanlık olacak bir ülke değil.

Bir haini def etseniz, yerine hemen yenisini getirirler.

Öyle kolay kolay, bizi bize bırakmazlar.

İcabında bizden olanları bile bize karşı hale getirirler.

Onun için gözlerinizi dört açın!

Etrafınızda ne oluyor, şöyle bir bakın.

Ama iyi bakın. Yüzeysel bakmayın.

Ve görün benim gördüklerimi.

Şimdi biraz da siz çatlayın:

*************************************************************************

Temayül yoklamalarında 1. Gül, 2. Yıldırım, 3. Davutoğlu çıktı.

Buna rağmen REİS hocayı parti başkanı yaptı.

Gül’ün çok yakışıklı İngiliz arkadaşları, bir de REİS’ten ve ailesinden nefret eden, ancak Hürriyet’e de pek aşık, ‘intifada’cı bir hanımı vardı.

REİS Gül’ü başkan yapmadı.

Yıldırım REİSçiydi.

Falsosu yoktu. Başarılıydı.

Parti tarafından seviliyordu.

Ama yeterince karizmatik değildi.

Kukla muamelesi yapacaklardı.

REİS Yıldırım’ı da başkan yapmadı.

Davutoğlu güzel konuşuyordu.

Hocaydı.

Ayrıca, görece tazeydi.

Uzun yıllar REİS’le de çalışmıştı.

Evet kibirliydi. Hem de çok.

Her şeyi o bilirdi. Ama teorik olarak.

Pratikte genelde çuvallardı. Örnek; Suriye.

“6 ayda Esed devrilir” dedi. Demekle de yetinmedi, bütün planlarını buna göre yaptı.

B planı yoktu. Çünkü çok emindi. Kendinden. Zekasından. Bilgisinden. Okumasından.

Esed kaldı. Hoca çuvalladı. Sonra bir sürü sıkıntı.

REİS yine de hocayı başkan yaptı.

Neden mi?

a) REİS hocanın, Suriye ve Filistin politikalarından hareketle, kendini devirmek isteyen Batı’yla uzlaşmayacak bir politikacı çıkacağını umuyordu.

“Bu hoca, Batı’yla da, onun ülkemizdeki truva atları olan paralellerle ve Doğan medyasıyla uzlaşmaz” diye düşünüyordu.

b) Başkanlık sistemine geçerken argüman üretir, akademik karizmasını, taze politikacı kimliğini bu yolda işlevsel hale getirir diye düşünüyordu.

Kendisinden bu iki konuda söz aldı.

“Temayül yoklamalarını biliyorsun, seni BEN başkan yapıyorum! Ama bu iki konuda söz vermen şartıyla” dedi.

Hoca kabul etti. Ya da etti gibi göründü. Bilmiyorum.

Fakat etrafındaki muhteris danışmanlar kabul etmediler. Bunu biliyorum.

Ali Sarıkaya, Osman Sert, Taha Özhan, Hatem Ete ve Ertan Aydın başlıcaları.

Bunların hepsi “okumuş” çocuklar.

Çok okumuşlar.

Bildiğiniz gibi değil.

Hepsi Allah’ın lüftu.

Hoca da “okumuş” adam.

REİS ise Kasımpaşalı.

Olur mu? Olmaz? Yakışır mı? Yakışmaz!

Dolayısıyla onların yönetmesi lazım.

Bir de REİS var, huzur yok. Batı durmuyor. Gezi, paralel falan.

Bir de yolsuzluk iddiaları.

İddiaların yalan olduğunu hepsi bok gibi biliyor ama olsun, iddiaların ortaya çıkması bile çok sinir bozucu bu ekip için.

İddiların değil REİS’in çürütülmesi lazım.

REİS giderse, bu “okumuş” ekip gelirse, ülkemin tadından yenmez.

Herkesle barışacaklar, REİS’i kurban edecekler.

Sonra kadayıf gibi bir ülkemiz olacak.

Bu kadar basit.

Hasılı kelam bu ekiple birlikte hoca, REİS’ten bağımsız, Batı’ya bağımlı politikalarını belirledi.

*********************************************************************

1

Reis’in ekonomi yönetimini ekarte etmek için ilk iş “Şeffaflık Yasası”nı çıkartalım dedi hoca.

REİS’in haberi olmadan hazırladı yasa paketini.

Ve kamuoyuna bizzat kendisi açıkladı.

Sonra REİS kendisiyle istişare edilmeden bu paketin hazırlandığını söyledi.

Hoca ve muhteris danışmanları tırstılar.

Paketi geri çektiler.

2

Ama hoca kararlıydı.

Gelir gelmez REİS’i yiyecekti.

17-25 Aralık üzerinden 4 bakanı Yüce Divan’a gönderme oylaması sırasında bir konuşma bahanesiyle İngiltere’ye gitti, meclis grubunun başında durup liderlik etmedi. Ardından Davos’a gitti. Ordan da New York’a sermaye gruplarıyla buluşmak için geçti. Davutoğlu’nun ABD ziyareti hakkında soru sorulan Beyaz Saray yetkilisi bile “Türk Başbakanı’nın burda olduğuna dair bilgimiz yok” dediği bir geziydi bu.

Biliyorsunuz mesele 4 bakan meselesi değildi. REİS’ti.

Önce bunlar Yüce Divan’a gönderilecekler, sonra da REİS.

Lakin hoca bu kadar kritik bir meselede ortada yoktu.

Bunu herkes biliyor.

Kimsenin bilmediğiyse;

Yüce Divan oylamasından bir gün önce 4 bakanın partiye çağrıldığı.

Bağış, Güler, Bayraktar, Çağlayan gecenin yarısında partiye gider.

Hocanın kurmayları kendilerine mecliste aklanmaları gerektiğini söyler.

Bakanlar “siz bizim ak olduğumuzu düşünmüyor musunuz?” diye sorar.

“Düşünüyoruz tabi, ama milletin önünde de aklanmanız lazım” diye cevap verirler.

Bakanlar,

“Biz kendimizden eminiz.

Zerre yolsuzluğumuz yok.

Aklanırız da.

Ancak bu süreç yıllarca sürer, partinin de çok başı ağrır.

Ama en önemlisi, paraleller REİS’i Yüce Divan’a çıkartma imkanı bulabilirler, emin misiniz?” diye sorarlar.

Hoca da gelmiştir.

“Bu bizzat Cumhurbaşkanımızın talimatıdır” der muhterem hocamız.

Çıktıklarında bakanlar çok şaşkındır.

Bağış REİS’i arar. Durumu sorar.

REİS “olur mu öyle şey?!” der.

“Gelin İstanbul’a hemen!” diye ekler.

1 saat sonra, bu sefer REİS Bağış’ı arar:

“Siz Ankara’da bekleyin, ben geliyorum”

Sabahın köründe buluşurlar. Bakanları dinler.

REİS kendisine yönelik kumpasın farkına varır.

Sonra hocaya zılgıtı çeker.

Yüce Divan oylaması ertelenir. Hoca da fırsattan istifade İngiltere’deki toplantısına gider.

Düşünebiliyor musunuz?

Şayet gecenin köründe Bağış o telefonu açmamış olsaydı, bugün belki de darbe yaşamış bir ülke olacaktık!

3

Hoca REİS’i devirmekte başarısız olunca, onu zayıftatmaya karar verir.

Yine onunla istişare etmeden Fidan’ı milletvekili yapmaya kalkar.

İşin kötüsü Fidan da REİS’le istişare etmeden hemen hocasının kucağına atlar.

Bu sefer REİS, medya mensuplarının karşısında hocayı ve Fidan’ı azarlar.

Fidan Umre’de REİS’i bulur.

Nedamet getirir.

Sonra tekrar görevi kendisine iade edilir.

4

Hoca yılar mı hiç! Bu sefer de sazı eline almaya karar verir.

REİS’in 10 seneden fazladır ince ince işlediği çözüm sürecinin kaymağını yemek ister.

Dolmabahçe’de HDP’lilerle Yalçın Akdoğan, Efgan Ala ve Mahir Ünal bir araya gelir.

Dolmabahçe Açıklamasına dışarıdan bakınca çok pozitiftir.

PKK baharda silah bırakmaya davet edilecektir falan.

Fakat asıl konuşan taraf HDP’dir.

Başta Sırrı Süreyya olmak üzere, HDP ekibi sazı eline almıştır artık.

Çözüm sürecinin gidişatını onlar belirler hale gelmiştir.

Şartları onlar tayin eder olmuştur.

O kadar ki Apo’yla sivil akillerin buluşturulmasına bile karar vermişlerdir.

Bizimkiler de “tamam” demiştir.

Devletin bu kadar aciz hale düşürüldüğü başka bir örnek gelmiyor aklıma.

Bugün yaşadığımız terör belasının ardındaki en büyük sebeplerden biri bu sergilenen acziyettir.

HDP’lilerin bu denli şımartılmasıdır…

Sonra REİS, bir ay boyunca PKK tarafının azgınlıklarına rağmen İzleme Komitesi kurulacağı manşetlerde yer alınca, kendisiyle istişare edilmeden Dolmabahçe açıklamasının yapıldığını söyler.

Apo’yla akillerin görüştürülmesinin de, Apo’nun elini güçlendireceğini ilave eder.

Mesele kapanır.

Ama dediğim gibi etkileri bugün bile devam etmektedir.

5

Bu sefer Bülent Arınç meydandadır.

REİS’in yalan söylediğini, kendisinin süreçten haberdar olduğunu ve ülkeyi hükümetin yönettiğini söyler.

Asıl kimin yalancı olduğunu söylemeye gerek yoktur diye düşünüyorum.

Hocamız hemen Arınç’a telefon açar, televizyondaki REİS-karşıtı açıklamalarından ötürü Arınç’ı tebrik eder.

6

Yarattığı hengameler sonunda seçimde hüsrana uğrayan hoca;

Aydın Doğan’ın damadının, Koç’ların ve diğer TÜSİADçıların ayağına (Ali Kibar’ın evinde) gitmiş olsa da,

Erdoğan’ı yeniçeriler tarafından katledilen III. Selim’e benzeten Economist Dergisi’ne koşa koşa röportaj vermiş olsa da,

Doktoruna kadar bütün akraba ve ahbaplarını vekil listesine koymuş olsa da,

başarılı olamaz.

Başkanlık meselesini neredeyse ağzına hiç almamıştır seçim kampanyalarında.

FETÖcusundan PKK’lısına, tüm hainlerin REİS’e “hırsız” “hırsız” diyerek ortalığı inlettikleri bir dönemde cevap mahiyetinde tek kelam etmemiştir.

Partide de bu konularda herhangi bir hareketlilik yaşanmamıştır.

REİS meydanlara inmeden önce yüzde 38’e kadar düşer oylar.

REİS, son bir ayda meydanlara inmeye karar verir ama yanlış politikaların faturasını halk kesmiştir artık.

Sonuç yüzde 41’dir.

REİS’siz siyasetin bedeli ağır olmuştur.

Ama hoca hâlâ asıl sorunun REİS olduğunu düşünmekte ısrar eder.

7

Seçimden hemen sonra “başkanlığı getirmek istedik, halk yetki vermedi” açıklaması yapar.

8

REİS’e yönelik hırsızlık iftirası kampanyasının asenası olarak arzı endam eden Bahçeli “Bilal’i ver koalisyonu al” diye nara atmaya başlar.

REİS çok öfkelenir.

Kendisinden açık açık çocuğunu kurban vermesini istemektedirler.

Hoca ise Bilal Erdoğan’ı kurban olarak isteyen Bahçeli’nin meclis yeminini sonuna kadar bekler.

Ve sonra da tüm kabinesiyle birlikte alkışı basar.

9

Hoca artık REİS’i devirmenin tek yolunun başkanlık yolunu kapatmak olduğuna kanaat getirir.

Bunun içinde mutlaka koalisyon yapması lazımdır.

Koalisyon hükümetinden başkanlık sistemine “olur” vermesini beklemek imkansız olduğu için hoca “koalisyon da koalisyon” diye tutturur.

Fakat muhalafet son derece nazlıdır.

Buna rağmen Kılıçdaroğlu “koalisyonu Erdoğan istemiyor” türünden açıklamalar yapmaya başlar.

Hoca bu açıklamalara hiç itiraz etmez.

Halbuki REİS hocaya “koalisyon kurabilirsen kur ama ısrarcı olma, partiyi aciz gösterme, en kötü ihtimal erken seçime gideriz” diye defaatle söylemiştir.

10

Bu arada Hoca yavaş kendi medyasını kurmaya başlar.

Mustafa Karaalioğlu (ES Medya’da iken ayda 100binden fazla maaş alan, kendisine 400 metrekarelik ofis kuran bu zat Ethem Sancak’ın bütün telkinlerine rağmen Feto’nun beddua haberini bile manşetten görmemiştir, Ekrem Dumanlı’nın Akit muhabirine attığı tokatı arka sayfalara gömmüştür, 17 Aralık’tan sonra bile Ekrem Dumanlı’yla dirsek teması bir süre devam etmiştir, Gezi sürecinde kısık sesle konuşmuştur, sonra görevden alınınca “objektif” gazetecilik yapmaya karar vermiştir),

Mahçupyan (REİS hakkında eşcinsellik imasında bile bulunan bir herif),

Hakan Albayrak (hocayı savunacağım, REİSçilere çakacağım derken Ahmet Hakan’ı bile savunan bir zavallı) ve Diriliş Postası,

Yıldıray Oğur ve Ceren Kenar (bakanların Yüce Divan’a gönderilmesi gerektiğini yazdı, Mahçupyan’a siper oldular, Babacan’a sahip çıktılar, Can Dündar bırakılınca sevinçten havalara uçtular), Genç Siviller ekibi (Yıldıray Oğur’un talimatıyla AK Parti gençlik kollarının üst kademelerine sızdılar),

İbrahim Karagül (1 Kasım seçimlerine bir hafta kala, içinde Ali Bulaç gibi paralellerin de ilk sayfada yer aldığı “gelin uzlaşalım kampanyası” başlattı; “Kabinede mason bakan korkusu” türü haberlerle kabineye ayar vermeye çalıştı) ve Yeni Şafak ekibinin neredeyse tamamı (elbette ki Salih Tuna, İsmail Kılıçarslan, Leyla İpekçi, İbrahim Tenekeci gibi bazı istisnalar hariç).

Abdülkadir Selvi (Yeni Şafak’ta yazdığı dönem, eskiden Aydın Doğan’ın 28 Şubat sürecindeki rolü üzerine yazdığı yazıları unutup CNN ekranlarına çıkmaya başlayarak Doğan medyasıyla dirsek temasına giren, bu arada yavaş yavaş REİS eleştirilerine başlayan, ve sonunda Hürriyet’e geçiş yapan şaşkın)

Akif Beki (REİS’in basın başdanışmanlığı sebebiyle adam yerine konulan, sonra kapağı Radikal ve Hürriyet’e atan, Karar’ın kuruluşunda bizzat etkili olan, ve bugünlerde köşesinden REİS’e “işler daha da çirkinleşebilir” tehditler savuran)

Taraf‘ın tamamı (Alkım ziyareti sonrası)…

Mahçupyan köşesinden REİS’e yardırmaya başlar.

REİS meydanlara indiği, “Başkanlık” dediği için seçim kaybedilmiştir.

Hoca itiraz etmez.

Hakan Albayrak “artık konuşma reis!” “artık köşene çekil reis!” yazıları kaleme alır.

Hoca itiraz etmez.

Bu ekip kendi medyalarında iki seçim arası dönemde tam yüzden fazla haber ve köşe yazısı yazar REİS karşıtı.

Bu arada REİS tarafından çok fazla ses çıkmaz.

Zira REİS müsaade etmez.

Hocayı kendi ıslah edecektir.

Dışarıya kavga görüntüsü vermeyecektir.

11

Hilal Kaplan, Melih Altınok, Kurtuluş Tayiz, Cemil Barlas, Haşmet Babaoğlu gibi isimler inceden dokundurmaya başlar hocaya.

Fakat Suheyb Öğüt Aktüel’de çok sert bir eleştiri yazar.

“Hoca felç geçiriyordum” diye inlemeye başlar.

Derhal Turkuvaz grubunu arar. Yazıyı kaldırtır.

Grup yazıyı hocadan tırstığı için değil, REİS’in politikası bu yönde olduğu için kaldırır.

Öğüt de durumu öğrenir, “eyvallah” der.

Bu arada bizim hocacı liboşlar da susmaktadır.

Şirin ve güler yüzlü hocamız kendisi hakkında ilk defa net bir eleştiriyle karşılaşmış ve ilk tepkisi bu yazıyı kaldırtmak olmuştur.

Bildiğin, Öğüt’ü sansürlemiştir.

Ama ne Mahcupyan, ne Oğur ne de başka bir özgürlükçü vatandaş bu durumu umursamıştır.

Durum hâlâ aynıdır onlar için;

kendisine her gün küfredilen,

uluslararası operasyonlarla devrilmeye çalışılan,

oğlu bile kendisinden kurban olarak istenen Erdoğan baskıcıdır;

kendisini eleştiren ilk yazıyı sansürleyen hoca ise demokrat.

12

Hoca artık kendisine ait müstakil bir medya kurma vaktinin geldiğine KARAR verir.

(Söylemeye gerek var mı bilmem: Bir siyasetçinin kendine ait yeni bir medya kurması, kendine ait yeni bir parti kurmasından farksızdır.)

Basın danışmanı Osman Sert’in desteğiyle KARAR’ı kurar.

KARAR’ın finansmanı “örtülü” olarak halledilir.

Yeni Şafak’a ise Ülker’in arka çıktığı söylenmektedir.

Hani şu hocanın lise arkadaşı Murat Ülker.

Hani şu hocanın vakfı Bilim-Sanat’ı finanse eden Murat Ülker.

Hani şu Rothschild’den aldığı kredilerle Godiva’yı satın alan Murat Ülker.

Hani şu başörtülü kadın nefretçisi Bedrim Baykam’ın boş çerçevesine 500bin TL veren Murat Ülker.

Hani şu Ali Atıf Bir Denen paralel vatandaşı kendi üniversitesine (Şehir) rektör olarak atamaya kalkan Murat Ülker.

Hani şu, Harvard’a milyonlarca dolar bağış yapıp kendi üniversitesindeki yüksek lisans öğrencilerinin burslarını kesen Murat Ülker.

Hatırladınız değil mi?

Hah işte o adam.

En çıldırtıcısı ne biliyor musunuz?

Kendi medyasını kuran hocamız daha geçen gün, Turkuvaz’ı hedef alarak “medya üzerinden siyasete dizayn vermeyin” diye çıkış yaptı.

Galiba şunu söylemek istedi:

Ben çok uğraştım ama yapamadım, beceremedim, Karar bütün çabamıza rağmen hala 2 bin satıyor, ne olur siz de yapmayın, tavsiye etmem.”

13

Eylül’de MKYK’yı baştan sona kendi şekillendirmek isteyen hocaya karşı, REİS’in talimatıyla Binali Yıldırım devreye girdi.

1353 delegenin 900’ünün imzasını topladı.

Sonra da Abdülhamit Gül’den Mehmet Muş’a, Berat Albayrak’tan Ayşenur Bahçekapılı’ya kadar REİSçi pek çok isim MKYK’ya girdi.

Gül’ün ekibi (Hüseyin Çelik, Ali Babacan, Mehmet Şimşek vs.) ise safdışı edildi.

14

Madem ki partinin has isimleri ve tabanı kendisine destek vermiyordu, o zaman diğer kesimlerin desteğinin alması lazımdı.

Gezici ve PKK’cı güruha bile şirin gözükmek için,

PKK’nın ortalığı kan gölüne döndürdüğü, HDP’nin terör propagandası yaptığı, canlı bomba taziyelerine gittiği dönemlerde bile HDP’ye yönelik bir tepki ortaya koymadı.

Baktı ki MHP kendisini eleştirmeye başlamış, işte o zaman, şişin ve kebabın yanmaması için, “bütün dokunulmazlıkları kaldıralım” dedi.

Daha kötüsü hocanın iki adamı, Naci Bostancı ve Ali Sefer Üstün, dokunulmazlık meselesini görüşmek üzere katil HDP’nin ayağına gitti.

Sırrı Süreyya bu şaşkın ikiliyi ceketsiz, kravatsız, gömleksiz, basit bir kazakla karşıladı.

Dayı dayı konuştu. Artistliğini yaptı, bunlar da Sırrı’ya hürmetlerini arz edip gittiler.

15

Bitmedi! Hoca PKK’ya yönelik olarak “2013 Mayıs şartlarına dönülürse her şey konuşulabilir”

diye bir açıklama yaptı.

Barış zamanında savaşı konuşan ne kadar hainse, savaş zamanı barışı konuşan da işte o kadar haindir.

16

Aynı günlerde AK Parti milletvekili Özhaseki “paralel fabrika ayarlarına dönerse mücadele biter” açıklaması yaptı.

Hocamdan tek bir itiraz gelmedi.

17

Avrupa Parlamentosu başkanı Schulz, REİS’e en galiz şekilde küfreden video klibe yönelik Türkiye’nin verdiği tepkiye karşı yine REİS’e yönelik “otoriter” kabilinden hakaretler etti.

Hocamız ise Schulz’a karşı tek kelam etmedi.

18

Schulz’un

“Biz Erdoğan’la anlaşmadık. Bizim muhatabımız Davutoğlu’dur, hükümettir, onlar da gayet ciddi muhataplar”

sözleri üzerine hocamız yine tek kelam etmedi.

REİS ise önce bu Nazi bozmasına çaktı:

“Bahsettiğiniz kişi, benimle ne zaman görüşse, liderliğimin ne kadar saygın olduğundan söz eder.

Yüzüme karşı böyle konuşan bir insanın şimdi o türden tavırlara girmesine ne demeli?

Ben bu tür davranışları, Alman ekolünün Türkiye’ye bir operasyonu gibi görüyorum.”

Sonra da mülteciler konusunda Almanya’ya övgüler düzen hocaya:

“3 milyar euro meselesinde en büyük yükü Almanya alıyor deniliyor. Halbuki cüzi bir miktar hariç, Türkiye’ye gelen bir şey yok. Bizden neyin projesini istiyorsunuz? Sizin proje dediklerinizi biz çoktan yaptık. Proje diyerek kimse bizi aldatmasın.

Birileriyle fotoğraf verebilmek için böyle şeylerin içine girmeye gerek yok”

19

Her işte çuvallayan hocamız artık ne yapacağını, REİS’i nasıl görünmezleştireceğini, kendisinin nasıl varlık göstereceğini şaşırır hale geldi.

“Schengen vize anlaşmasını dört ay öne alacağız. Bu bizim başarımızdır” türünden laflar etti.

REİS “artık yeter!” dedi ve patladı:

“Başbakanlığım döneminde Schengen’in Ekim 2016’da uygulamaya gireceği açıklandı. 4 ay öne çekmenin kazanım gibi sunulmasını anlayamıyorum. Küçük şeylerin büyük kazanım gibi sunulmasına üzülüyorum.”

20

REİS Obama’yla görüştü. Bütün ABD, REİS’in ayağına geldi. Bizim FETÖcu, Gezici ve PKKcı medya mosmor oldu.

Sanıyorum hocam da öyle oldu.

REİS-Obama görüşmesinin üzerinden bir ay geçmeden, hocam Beyaz Saray’dan randevu istedi.

Başka söze gerek var mı?

21

Hocam, Osman Sert eliyle Taha Ün’ü kendi trol ekibine dahil etti.

İşin kötüsü Taha Ün’ün eşi, Emine Erdoğan hanımefendinin özel kalem müdiresi Sema Silkin.

REİS açısından ne kadar berbat bir durum değil mi?

Taha Ün ve ekibi, yanlarına birkaç hırdavatı da alıp, hocayı eleştiren herkesi tvitırda FİTNEci ilan etmeye başladı.

22

Hocanın fahri danışmanı yeni gazetecisi Mahcupyan,

PKK ile masayı kuran onlarca yazı yazdı;

devlete, “dönüp dolaşıp PKK’nın ayağına geleceksiniz, gelmezseniz anti-demokratiksiniz, gayrimeşrusunuz” minvalinde yazılar döşendi.

23

Beştepe’ye karşı paralellerin “İsrafsaray” hakaretleri, 250bin dolarlık masa iftiraları kol gezer, REİS bu kepaze ithamlarla boğuşurken bir kez olsun sesini çıkarmayan hocamızın partisi;

Can Dündar serbest bırakılınca, sevinçle karşıladı.

REİS “karara saygı duymuyorum” deyince,

hükümet sözcüsü Numan Kurtulmuş çıkıp

“Cumhurbaşkanı’nın şahsi fikridir” diyerek makamı küçümsemeye kalktı.

24

REİS’in “yalan söyleyen zat” dediği, “paralel için cübbemi giyerim” diyen Arınç, Manisa’da özel törenle hocamız tarafından karşılandı ve ağırlandı.

25

REİS’e yönelik hemen her gün hakaretamiz haberlerin çıktığı Taraf gazetesinin sahibi Arslan’la Alkım Kitabevi’ne ziyaretine gidip el sıkıştı hocamız.

O gün bugündür Taraf, hocaya taraf.

26

Hoca, “her şeye ben karar vereyim hırsıyla bakanların müsteşar atamasına bile izin vermedi. 4 aydır müsteşarı atanamayan bakanlar var.

27

Hocamız, REİS’in şiddetle eleştirdiği, 1100 terör destekçisi Akademisyen’in imza kampanyası için “görmezden gelsek olay bu kadar büyümezdi” yorumu yaptı.

Sonuç:

hoca ile REİS arasındaki hikaye basit bir ihtiras hikayesi değildir.

Çünkü hoca kendi ihtiraslarının peşinden koşabilmek için,

REİS karşıtı, ve dolayısıyla REİS’i destekleyen halkın karşıtı kim varsa, onunla işbirliği kurma yoluna gitmiştir.

Küresel güçlerin ülkemizdeki satrancında vezir görüntüsüne sahip basit bir piyon olmayı kabul etmiştir.

Kavga budur.

Kaybedeni de bellidir!

 


Kaynak: Al Jazeera

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.