banner2

       Bir toplumun temelini kendi öz kimliği oluşturur. Toplumlar; bağlı oldukları değerlerle var olurlar. Her toplum, kendi dini, dili ve ırkıyla bilinir. Gelenek-görenek ve ananeleriyle, kendi kültürleriyle yaşamak ve tanınmak isterler. Bu onların en doğal haklarıdır.

      Bu olgu çok eskiye, insanlık tarihine dayanır. İnsanlık tarihi tek bir dil ve aynı yaşayış tarzına dayanmaz. İnsanlık tarihi tek tip üzerine kurulu değildir. Tek tip, tek çeşit insan dayatmaları; eski tarihlerde Firavunlar tarafından, yakın tarihlerde ise dikta rejimlerde hep olmuştur. Bu sistemlerin kısmen başarılı oldukları görülmüşse bile, hiçbir zaman tam olarak baskıcılar Muvaffak olamamışlardır.

     Bu baskıları kendi halklarına ve dünya halklarına kurarak, onları kendilerine benzetmeye çalışan, dini inançlarını, dillerini, soylarını, vb. şeylerini inkâr eden, yok sayan, insanları etnik kökenlerinden koparmaya çalışan politik güçler, yönetim tarzları, idareciler ve devletler; zihniyetleri bozuk ‘Firavun kompleksli’ zihniyetlerdir. Dikta heveslisi olan güçlerdir.

     Dünya ve insanlık tarihine baktığımız zaman diktatörlerin, zalim ve hegemonist kişi ve güçlerin özellikle iki şey üzerinde durduklarını görmekteyiz. Lisan ve tarih; yani toplumları dillerinden ve tarihlerinden uzaklaştırmak, bu iki ana değer üzerinden toplumları kimliksizleştirmek olmuştur. Çünkü baskıcılar ve diktatörler için her zaman dillerinden ve tarihlerinden uzaklaştırılmış,  kendi lisan ve tarihine yabancılaşmış (kimliksiz) toplumları sevk-ü idare etmek daha kolaydır.

     Medeni, hür ve kalkınmış toplumlar, cesaretli toplumlardır. Kendi kimliklerine, kimliklerini var eden sebeplere sahip çıkan toplumlardır. Medeni, hür ve kalkınmış toplumlar, kendi tarihine sahip çıkan, tarihini koruyan toplumlardır.

     Tarihini okumayan, tarihini merak etmeyen, tarihini bilmeyen bir toplum, sürüleşmiş, yığınlaşmış olur ve tefessüh eder, dejenere olur. Buna siz dini açıdan bakarsanız da böyledir. Ontolojik açıdan bakarsanız da yine sonuç değişmeyecektir.

     Aynı şekilde, akidelerine, dillerine, ahlak kurallarına sahip çıkmayan toplumlar da kimliksiz, kişiliksiz ve özünden uzaklaş(tırıl)mış olan toplumlardır.

     Bugün coğrafyamızda ve ülkemizde hem inanç noktasında, hem de etniksel noktada, bir asimile politikası uygulanmıştır. Üst kimlik adı altında bazı etnik ve asli toplulukların varlıkları inkâr edilmiş, bunlar dışlanmış, kendilerine ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapılmıştır. Bunların en başında ‘Kürt’ler’ gelmektedir. Temeli ‘Türk’ milliyetçiliğine dayanan resmi ideoloji; ‘Kürt’ kimliğini yok saymış, onları Türkleştirmeye çalışmıştır.

     Laiklik adı altında Müslümanları/İslami emirlere göre yaşamaya çalışanları, üst kimlik adı altında ise, diğer ırkları asimile etmeye, susturmaya ve onları köklerinden koparmaya çalışmışlardır. Bunu yapanlar resmi ve ideolojik laik sistemin iflah olmaz aşırı savunucularıdır. Statükodan yana olanlardır.

    Tek tanrı inancına sahip -Tevhid akidesinin bilincinde-  olan insanlar bilirler ki; yaratıcı isteseydi tüm insanlığı tek dilde, tek inançta, tek renkte, tek düşüncede, tek boyda… Yaratabilirdi.

    Fakat yaratıcı böyle yaratmamıştır ve “ben sizi kabilelere, aşiret ve soylara böldüm ki, birbirinizi tanıyasınız. Birbirinize üstünlük sağlayasınız diye değil.”

     Üstünlük takvadadır. Üstünlük yaratıcıya şeksiz şüphesiz itaattedir. Üstünlük adalettedir. Üstünlük insanların hakkını korumaktadır. Üstünlük insanın kendisi olmasıdır. Erdemli olmaktır. Üstünlük, kimlik ve kişiliğini korumak ve geliştirmektedir. Üstünlük ana değerlere karışmamak, toplumların kimliklerini oluşturan asli unsurlara dokunmamaktadır.

      Değerlerini kaybedenler, tarihlerine, din ve dillerine sahip çıkmayanlar; kimlik ve kişiliklerini kaybetmekten kendilerini kurtaramazlar.

      Her şey aslına sadık kalarak, özüyle güzeldir. Özünü kaybetmiş, aslından uzaklaşmış veya uzaklaştırılmış her varlığın kıymeti, değeri kaybolur. Gelişmek değişmek demek değildir. Önemli olan özüne, sözüne, aslına sadık kalarak gelişmektir.

      Aslına, kimliklerine kendilerini var eden bağlarına sadık kalan toplumlar; uzun süre ayakta kalabilirler. Fakat aslına yabancılaşmış, lisan ve tarihlerinden uzaklaşmış, başka toplumlara benzemeye veya benzetilmeye çalışılmış her toplum kaybetmeye mahkûm olur. Çünkü aslından uzaklaşmış her toplum; hafızasız, köksüz ve kısırlaşmış olur. Böyle bir toplum da gelecek vaat edemez.  Bu, böyle bilinmelidir.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.