banner2

 

“Hicret, dinin kurtarılışı manasına gelmektedir” denilse mübalağa sayılmaz. Bilhassa Resulullah’ın (s) Medine'ye hicretinden ve Medine'nin İslamî merkez vaziyetini almasından sonra, civardaki Müslümanların İslam merkezi olan Medine’ye hicretleri siyasal açıdan büyük önem taşımaktadır.

Medine'ye hicret eden Mekkeli Müslümanlar orada bir “Müslüman Topluluk” meydana getirmişlerdi. Yerli halktan da “Ensâr” adı verilen, İslam’ı ve Müslümanları himaye eden müminler vardı. Ancak, her şeye rağmen oradaki Yahudi, münafık ve müşrik nüfusun yoğunluğu içerisinde, Müslümanlar sayıca azınlıktaydılar. Üstelik Hz. Peygamber’in Medine’ye teşrifiyle birçok menfaatlerinin haleldar olduğuna inanan ve gizliden gizliye muhalefet yürüten münafıkların sayısı çok ve nüfuzları fazlaydı. Hz. Peygamber’in Medine hayatında, küçümsenemeyecek bir tehlike olduklarını defalarca ortaya koyacaklardır. Diğer taraftan, Mekkeli müşrikler de Medine'ye sığınmış olan Müslüman hemşerilerinin peşlerini bırakmış değillerdi. Hatta hicretten sonra Yahudilerle olan ilişkilerini geliştirmeye başaldılar.

Bu tehlikelere, her an bunlarla işbirliği yapabilecek durumda olan civardaki müşrik kabileleri de ilave edebiliriz. Bunlar, Medine'ye sığınmış olan bir avuç Müslüman’a karşı ittifak yapabilecek durumdaydılar. Nitekim Hendek Harbi'nde bütün bu şer odaklarının anlaşarak tek vücut hale geldiği de görülmüştü. Hz. Peygamber (s) bu büyük tehlikeyi görüyor ve önüne geçmek için, müşrik kabilelerle ittifak, saldırmazlık, yardımlaşma anlaşmalarına varıncaya kadar her çeşit siyasî tedbirleri alıyor ve fırsatları azami şekilde değerlendiriyordu.

İşte bu tedbirlerden biri, belki de en önemlisi, Medine'nin ”Kâfir” yoğunluklu nüfusunu değiştirip Müslümanları sayıca çoğaltarak fiilen kuvvet kazanmaktı. Kuşkusuz ayıca çoğalmanın en önemli vasıtası Medine ahalisi içerisinde mühtedilerin sayısını artırmak, bir diğeri de civar kabilelerde İslam'a girenleri Medine'ye celp etmekti. Bu açıdan, Medine'ye hicret eden her Müslüman, şahsında İslam'ı kurtarmış olmakla kalmıyor, aynı zamanda, Medine'de Hz. Peygamber'in kuvvetini, siyasî ağırlığını artırarak İslam'ı takviye etmiş oluyordu.

Gerek Kur'an'da ve gerek hadislerde hicrete teşvikle ilgili olarak gelen ifadelerde bu siyasî gayeyi görmemek mümkün değildir. Her ne pahasına olursa olsun, müminleri Medine'de toplamak ve sağda solda hiçbir siyasî ağırlık ifade etmeyen münferit kimseleri küfre karşı bir araya getirmek gerekiyordu. Bu sebeple hicret "her inanan kimseye farz” olarak ilan edildi. Hz. Peygamber (s) "Hicret etmeyen kimsenin imanının makbul olmayacağını" herkese duyurdu. Ayrıca, "Bir müşrik, Müslüman olduktan sonra müşriklerden ayrılmadıkça Allah onun hiçbir amelini kabul etmez" buyurdu.

Bu hususu te'yid eden Kur'an-ı Kerim: "...İman edip de hicret etmeyenlere ise, hicret edecekleri zamana kadar, sizin onlara hiçbir şey ile velayetiniz yoktur..." der. Bir başka ayette de böylelerinin dost bile edinilmemesi emredilir. İbn Abbas, ayetin hicret etmeksizin Mekke'de kalan ve haklarında nasıl davranacakları hususunda Medine'de Müslümanlarca münakaşa edilmekte olan bir grup Müslüman hakkında nazil olduğunu belirtir.

Hz. Peygamber (s) hicretin önemini zihinlere nakşetmede o kadar muvaffak olmuştu ki, zorluklarına rağmen artık Ashab, "Hicret etmeyen kimseler cennete giremeyecek" diyebiliyordu. Nitekim en efdal amelin ne olduğunu soran kimseye: "Şu halde sana hicret gerekir, zira ondan daha efdal amel bilmiyorum" cevabını verir. Bir başka hadiste Resulullah (s), (Allah katında) en büyük mükâfattın hicret edene verileceğini beyan eder.

Bütün bu tahşidatlar, İslam’ın geleceği açısından hicretin siyaseten ne derece önemli bir hadise olduğunu gösteriyor. Hz. Peygamber (s), bir taraftan İslam’ın yayılmasını, yeni mühtedilerin çoğalmasını sağlamaya çalışırken, diğer taraftan Müslümanların Hicaz bölgesinde ebediyete kadar yerleşmelerini temin etmeye çalışıyordu.

Haddi zatında hicret çok zor ve büyük fedakârlıklar isteyen bir olay olmasına rağmen, Kur'an ve hadiste gelen, hicrete teşvik hususundaki tahşidat, bu zor ve meşakkatli ameli müminler nazarında son derce arzu edilen ve aranan bir amel haline getirmişti. Hatta hicretten elde ettikleri fazilet ve üstünlük noktasında Ashab'ınbirbirlerine karşı iftihar etme ve münakaşa etmelerine bile rastlarız. Yazımızı konuyla ilgili bir hadisle bitirelim:

Buhârî ve Müslim’de yer alan bir rivayet, Hz. Ömer ile Habeşistan'a hicret edenlerden olan Esma Bint Ümeys arasında geçen bir hadiseyi sergiler. Rivayete göre, Hz. Ömer (ra) bir defasında Esma'ya: "Biz hicret meselesinde sizden öndeyiz ve (bu sebeple) Resulullah (s) nezdinde sizden daha efdaliz" demişti. Hz. Esma da bunun aksini iddia ederek kendilerinin, (yani Habeşistan muhacirlerinin) daha önde ve daha efdal olduklarını iddia etti. Münakaşa ilerleyince meseleyi Hz. Peygamber'e götürdüler. Resulullah (s) anlaşmazlığı Hz. Esma lehine çözer, buyurur ki: "Sizden, sadece bir hicret (Mekke'den Medine'ye) yapan birisi benim nazarımda, iki hicret (Mekke'den Habeşistan'a, Habeşistan’dan da Medine'ye) yapan birisinden daha efdal olamaz." Bu cevap, Habeşistan muhacirleri arasında büyük bir sevinç ve memnuniyet hâsıl eder. O kadar ki, onlar yanında Resulullah’ın bu sözü, dünyanın her şeyinden daha sevgili olur.[1]

Yeni Hicrî yılınız kutlu olsun.

 

 

[1] İbrahim Canan Hoca’nın Hicretle ilgili makalesinden istifade edilmiştir.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.