banner2

Tarihte olduğu gibi günümüzde de diyalog büyük bir önem kazanmıştır. Biz burada günümüz şartlarında diyalogun önemi üzerinde durmak istiyoruz. Şöyle ki:
Bilindiği gibi Uzun zamandan beri (yaklaşık 200 yıldan beri) İslam ülkeleri Batı'nın meydan okumalarına, ekonomik ve askeri üstünlüğüne bir türlü cevap verememişlerdir. Hıristiyanlardan oluşan Batı'lı ülkeler, Müslümanları geri bırakan tek şeyin İslam dini olduğunu iddia ede gelmişlerdir. Onların aydınlara göre Batı,  nasıl reform hareketleriyle kilisenin egemenliğine son vererek geri kalmışlıktan kurtulduysa, İslam dininde yapılacak ciddi bir reform hareketi, İslam ülkelerindeki ilerlemenin önündeki tüm engelleri kaldıracaktır. Batı kültürünün etkisinde kalan bazı Müslüman aydınlar da Batı'nın bu dayatmasına kapılarak İslam'da reformun gerekli olduğuna inanmaya ve dillendirmeye başlamışlardır.

Ancak gerek Batı'nın meydan okumaları, gerek aydınların dinde reform çabalarına verdiği destek İslam ülkelerinde Batı'nın istediği dönüşümü gerçekleştiremedi.  Yüz elli yıllık bu serüven, Müslüman aydınlar için de Batı için de bir hayal kırıklığı olmuştur. Daha önce, pozitivist felsefenin etkisinde kalarak “Din bilime karşı iflas etmeye mahkûmdur” diyenler de artık ortalıkta gözükmüyorlar.

Bat'ının ve komünist bloğun tüm baskılarına rağmen Müslümanlar 80'li yıllardan sonra dinlerine daha çok sarılmaya başladılar. Hatta 90'lı yıllara doğru din tüm dünyada yükselen bir değer olmaya başladı.  Batı ise, dinin bu yükselen değerini, sadece İslam'ın yükselişi olarak algıladı. Bu yüzden Hungtington gibi sosyologlar, dünyayı büyük bir uygarlıklar savaşının beklediğini tüm dünyaya ilan ettiler.

Batı'lı yöneticiler bu tezi önemsediler. Onlar: “tarihte hiçbir zaman önemini kaybetmeyen din, 21. yüzyılda yükselen bir değer olamaya devam edecek ve dünyadaki çatışmalar daha çok din merkezli olacaktır.  İslam, orijinal öğretilere sahip olması hasebiyle, dünyaya egemen olmaması için baskı altına alınması gerekir” dediler. Ama nasıl?

 Batı için son derece ürkütücü olan bu teoriler üzerine bir çıkış noktası arayan Batı,  bir taraftan dünyadaki Müslüman imajını kötülerken diğer taraftan diyalog çağrılarına hız vermeye başladı. Diyalogun muhatapları ise, Batı'yı temsil eden dini çevreler, İslam ülkelerindeki etkin dindarlar ve her iki taraftaki bazı yöneticilerdi. Ancak diyalog çağrılarının samimi olmadığını söylemek mümkündür.

Acaba Batı'lılar neden diyalogu önerdiler? Çünkü ABD ve Avrupalı müttefikleri, komünist bloğun yıkılmasıyla düşmansız kalmışlardı. Batı'lılara göre bu düşmansızlık onları Müslümanlarla yüzleştirebilirdi.

Bugüne kadar hep baskı ve tehdit altında tutulan ve gelişmişlikleri sınırlandırılan Müslümanlar bir anda Batı'dan hesap soracak bir konuma gelebilirlerdi. Bu hızlı yükselişi engellemek için Batı'lı güçler, stratejik planlamalarının yanı sıra İslam ülkelerindeki muhafazakârlara diyalog önerisi de yaptılar.

Durumu fark eden Müslüman aydınların bir kısmı diyalogdan yana tavır koyarken bir kısmı da karşı tavır koymaya başladı.

Diyalogdan yana olan Müslüman aydınların tezine göre, ABD ve Batı, kendisiyle mücadele edebilecek bir düşman belirleme peşindedir. Bu düşman ise İslamiyet ve Müslümanlardır. Eğer biz onlarla bir diyalog içinde olursak, İslam'a ve Müslümanlara gelecek tehlikeyi en az seviyeye indirmiş oluruz.

Diyaloga arşı çıkanların tezi şu idi: Batı'lı ülkeler Hıristiyanlığa benzetilmiş bir dini ve bu dini kabul etmiş Müslümanları oluşturmak peşindedirler. Onlar bizi değiştirerek yanlarına almak istiyorlar. Diyalog çağrılarının altında yatan asıl gerçek budur.

Ben şahsen Batı'lı ülkelerin diyalog çağrılarında samimi olmadıklarını bildiğim halde diyalogların sürdürülmesinden yanayım. Çünkü Müslümanlar diyalogla hiçbir şey kaybetmezler. Aksine diyalogsuzluk, maddi hiçbir konuda süper bir seviyeye sahip olmayan Müslümanları yalnızlaştırır. Eğer Müslümanlar diyalogdan yana tavır koysalar Batı bloğu içinde yar alan gerçek demokrat ve bir kısım insaniyetperver güçleri yanlarına almayı başarabileceklerdir. Aksi takdirde Müslümanlar dostsuz kalmaya mahkûmdurlar.

Unutmamak gerekir ki, bize düşman olan grupların içinde de ihtilaf eksik olmaz. Eğer onların ihtilaflarından istifade etmek istiyorsak onlarla olan diyalogu canlı tutmalıyız.

Batı'lı güçler, gelecekte meydana gelecek olan uygarlık savaşlarını kendi ülkelerinin lehine çevirmek için yeni stratejiler geliştirdiler. Bu stratejilerin en belirgin vasfı dünyadaki Müslüman imajını kötülemektir.  Bu stratejilerin ekonomik boyutunda, dünyadaki enerji kaynaklarına hâkim olabilmek vardı.

Bunun için önce İslam ülkelerini işgal etmeyi, ardından bu işgallere karşı çıkan herkesi terörist ilan etmeyi planladılar. İşte Amerika'daki ikiz kulelerin vurulması, ardından İslam ülkelerine gerçekleştirilen işgaller hep bu stratejinin bir parçasıdır.
 İkiz kulelerin vurulmasıyla, daha önce fazla önemsenmeyen Türkiye bir anda Batı'nın gündemine oturdu. Buna bağlı olarak Türkiye'nin AB üyeliği önemsendi ve diyalog çağrıları Türkiye-AB ilişkileri üzerinden yapılmaya başlandı. Şu anda Doğu-Batı diyalogunun merkezinde Türkiye'nin AB üyeliği bulunmaktadır, denilebilir. Çünkü Türkiye'nin AB üyeliği medeniyetler çatışmasıyla yakından ilgili bir konudur.

Birçok gözlemciye göre bugün Hungtinton'un tezi işliyor. Afganistan ve Irak'ın işgaliyle bu uygarlık savaşı fiilen başlamış durumdadır. İşte Batı tam bu sırada Müslümanlarla diyalog kurmak istiyor.
    
   ABD'nin Büyük Ortadoğu projesi, uygarlıklar savaşını kendi ülkesinin lehine çevirmek için başlattığı bir projedir. Fakat görüldüğü gibi savaş ABD'nin arzu ettiği gibi gitmiyor. Şu anda ABD içinden çıkılmaz bir batağın içinde olduğunu fark etmiş görünüyor. Bakalım gelecekte ne olacak?

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.