banner2

Erdal son kez Almanya'ya gitti. Ailesi de kasabadaki mütevazı evlerinde yaşamaya devam ediyordu. Mutlu bir hayatları vardı. Erdal'ın eşi çocuklarını okula gönderiyor, akşam onların dönüşünü bekliyordu.  

Erdal'ın hasretiyle yoğrulan hayat böylece sürüp gidiyordu.  Bir gün bohçacı iki kadın onları evine geldi. Yatak çarşafı, perde ve yastık kılıflarını satıyorlardı. Kötü niyetli oldukları için bir taraftan da girdikleri evin maddi durumunu öğrenmeye çalışıyorlardı.

Tam da yerine gelmişlerdi. Çünkü Erdal Bey'in Almanya'da çalıştığını ve yakında kesin dönüş yapıp bir iş kuracağını laf aralarından öğrenmişlerdi. Bohçacı kadının aklına şeytanî bir fikir geldi: "Önce bu evin anahtarını yürütüp kopyasını yapmalı, sonra evde olmadıkları bir zamanda gelip evi soymalıyız" dedi ve öyle de yaptı. 

Komşular ortaya saçılan eşyalara bakarken bohçacı kadın yardımcısına, kapının arkasındaki anahtarları dışarı götürüp kopyalarını almasını söyledi. O da bir bahane ile dışarı çıkıp komşulardan birisine gidip geleceğini söyledi.

Çıkarken evin anahtarlarını yanına aldı. Dışarıda anahtarların birer kopyasını yapıp Erdal Bey'in evine geri döndü. Eve girerken kimseye fark ettirmeden anahtarları eski yerine koydu. Bohçacı kadınlar satacaklarını satmış, alacaklarını da almışlardı.

Çaylarını da içtikten sonra başka bir mahalleye gitmek üzere Erdal Bey'in evinin anahtarlarıyla oradan ayrıldılar.

Fakat bohçacı kadınlar Erdal Bey'in evini uzaktan göz hapsine almışlardı. Bir gün Erdal Bey'in eşi ve çocukları evden ayrılıp başka bir mahalledeki yakınlarının yanına gidince bohçacı kadınlar ellerindeki anahtarlarla rahatlıkla eve girip dört kilo altını çaldılar. Hırsızlık o kadar ustaca yapılmıştı ki, ev sahipleri akşam eve döndüklerinde soyulduklarını fark edemediler. Ancak on gün sonra altınların götürüldüğünü fark ettiler.

Durumu polise haber verdiler. Polis kapının zorlanmadan açıldığını görünce anahtarların çalınmış olabileceği ihtimali üzerinde durmaya başladı. Ancak Erdal'ın eşi on yılık birikimlerinin çalındığını anlayınca büyük bir strese girdi. Erdal Bey'e ne cevap verecek, durumu ona nasıl bildirecekti? Kocasının,  gurbet ellerde, sefalet içinde kazandığı on yıllık birikimine sahip çıkamamıştı. Vaziyetin ağırlığı bir taş gibi kalbine inmişti. Fazla dayanamadı ve yere yığıldı.

Kadıncağız günlerce yatağın içinde nefis muhasebesi yapıyordu. Acaba Erdal'a haber verelim mi yoksa vermeyelim mi?  Olay üzerinden altı ay geçmiş olmasına rağmen polisten olumlu bir haber gelmedi. Erdal da durumdan haberdar edilmemişti. Nihayet stresli bir hayat sürdüren ve yatağa mahkûm olan kadın bir gün kızını çağırdı ve "Gel kızım, babana bir mektup yaz ve altınların çalındığını söyle" dedi. Kızı babasına yazdığı mektupta altınların muhtemelen bohçacı kadınlar tarafından çalındığını ve hırsızların henüz yakalanmadıklarını bildirdi.

Erdal Bey'den gelecek olan cevabî mektup bir ailenin geleceğini ilgilendiriyordu. Belki de Erdal Bey'in eşinin hayatı bu mektuba bağlıydı. Çocukları da, babalarından gelecek mektubu merak ediyorlardı. Erdal Bey Türkiye'den gelen mektubu okuyunca durumu büyük bir sabır ve sükûnetle karşıladı.

Yaşanan olayı, sohbetlerde kazandığı yeni hayat tarzına uygun bir teslimiyetle ele aldı. Sohbet arkadaşlarıyla istişare etti. Her şeyde kaderin bir cilvesinin bulunduğunu düşündü. Sonra ailesine cevabî bir mektup yazdı.

Mektup Türkiye'ye gelmişti. Erdal Bey'in eşi postacının geliş saatlerinin gelmesini hiç istemiyordu. Kim bilir Erdal Bey ne sitemler yapacak ve ne tehditler savuracaktı. On yıllık birikimlerini heba eden karısına neler söyleyecekti.

Bu yüzden saat 10-12 arasında evlere dağıtım yapan PTT memuru ile hiç karşılaşmak istemiyordu. Nihayet bir gün kapı çaldı; gelen postacıydı. Çocuklar kapıya çıkıp postacının elinden mektubu aldılar. Evet, Erdal Bey'in mektubu gelmişti. Kızı büyük bir heyecanla mektubu okumaya başladı. Erdal şunları yazıyordu:

"Sevgili karıcığım,
Sakın altınların çalınmış olmasından dolayı üzülmeyiniz. Çünkü her şey keder ile takdir edilmiştir. Mutlu bir hayat yaşayabilmek için kısmetimize rıza göstermeliyiz. Üstelik zekâtı verilmemiş maldan insana ne hayır gelebilir? Evet, o altınların zekâtı verilmemişti. Hem eğer kısmetimizde varsa, belki de polis hırsızları yakalayıp altınlarımızı geri alabilecektir. Siz merak etmeyiniz. Ben tekrar çalışır, para biriktirir ve Türkiye'ye dönüp işimizi kurarız inşallah.
Selamlar Erdal
."

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.