banner2

Genellikle Ehl-i Sünnet'e mensup Müslümanlar, Şia'nın fıkhî yöndeki farklılıkları hakkında fazla bilgiye sahip değillerdir.

Dolayısıyla Şia'nın fıkıhla ilgili meseleleri onların zihninde olumsuz yönde ilgi uyandırmıyor. Ancak itikadî konular için aynı şeyleri söylemek mümkün değildir.

Mesela, bir Sünni, Şia'nın ezanda "Eşhedu enne Aliyyen Veliyüllah" ilavesini yaptığını,  ya da Şiilerin abdest alırlarken ayaklarını yıkamadıklarını duyduğu zaman infiale kapılmaz.

Bunun yanlış olduğunu, Kur'an'a ve Hz. Peygamber'in sünnetine aykırı olduğunu düşünür, ancak öfkeye kapılmaz; belki de güler geçer.

Ne var ki,  Sünni olan bir Müslüman, Şia'nın ilk üç halifeyi ve müminlerin annesi olan Hz. Aişe'yi reddettiklerini, Cemel vakasına katılan sahabeyi hoş karşılamadıklarını, hatta onları sebb ettiklerini duyduğu zaman, zihninde birden bire olumsuz bir hava canlanır,  hemen infiale kapılır ve öfkelenmeye başlar.

 

Bu şablon ne yazık ki, Hicrî ikinci asırdan itibaren var olagelmiş, bunun sonucunda da her grubun ayrı ravileri, ayrı hadisleri, ayrı âlimleri ve ayrı kitapları oluşmaya başlamıştır.

 

Fakat İslam tarihinde zamanla oluşan bu şablonun Ehl-i Sünnet ev Şia'nın değişmez kaderleri olduğunu kabul etmek büyük bir insafsızlıktır.

Hatta itikadî konulardaki bu sert ve tavizsiz yaklaşım bile, hiçbir zaman birbirilerini din dışı göstermeye sebep olmamış, özellikle Ehl-i Sünnet, İmamiye Şi'asını her zaman ehl-i tevhid  ve ehl-i kıble olarak tanımlamaktan geri kalmamıştır.

Her ne kadar Şiiliğin temel inancı, Hz. Ali'nin şer'î nass yoluyla birinci derecede hilafeti, ardından Ehl-i Beyt imamlarının bir silsile halinde imam olmalarını öngörüyorsa da,

Hz. Ali'nin ilk üç halife ile kavgalı olmadığı, onlara beya't ettiği, hatta onlara Şeyhü'l-İslâmlık görevini yaptığı bilinen bir gerçektir.

 

 Hz. Ali sabahleyin evinden dışarı çıktığı zaman tıpkı Hz. Peygamber (s.a.v) gibi "Selimü's-Sadr"  yani kalbi kin ve adavetten salim bir şekilde dışarı çıkmak istiyordu. Bu gerçeğe bağlı olarak Cemel vakasında savaştıkları sahabeye karşı bile, kalbinde asla bir kin, bir husumet taşımamıştır.

 

Kaldı ki, Hz. Ebubekir, Ömer ve Osman'a (r.a) karşı asla bir husumet beslememiştir.

Rivayete göre Cemel vakasında Hz. Ali'ye karşı savaşan ve şehit olan Talha'nın oğlu 'Imran b. Talha bir gün Hz. Ali'yi ziyarete gelir.

 Hz. Ali onu çok iyi karşılar, hal hatır sorar ve ikramda bulunur. Ardından da 'Imran b. Talha'ya:

 

"Ey kardeşimin oğlu, umarım Allah beni ve seni "Biz onların kalplerindeki kini söküp attık. Artık onlar sedirler üzerinde, kardeşler olarak karşılıklı otururlar"  ayetine mazhar kılar" dedi. Bunu duyan Hz. Ali'nin yanındaki iki kişi:

 

"Allah böyle bir iş yapmaktan beridir. Biz hem onları öldüreceğiz, sonra da birlikte cennete  gireceğiz, öyle mi?" dediler. Hz. Ali (r.a): "Kalkın buradan,

Allah'ın belaları… Eğer ben ve Talha cennette bir arada olmayacak isek kim olur ha?" dedi ve onları yanından uzaklaştırdı.

Kuşkusuz günümüz dünyasında Şi'a'yı temsil eden İran ile Ehl-i Sünneti temsil eden diğer İslam ülkeleri arasında hep mesafeli bir dostluk var olmuştur.

 

Bunun sebebi mezheplerin itikadi yönlerinden gelen farklılıklar ve geleneksel yönlerinden gelen aşırılıklardır.

 

Acaba Ehl-i Sünnet ile Şi'a arasında sürdürülebilir bir uzlaşma mümkün olur mu? Bu sorunun cevabını başka bir yazıya bırakalım.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.