banner2
Öne Çıkanlar ABD Emir Preldzic 4 Milot Rashica Milot Rashica Galatasaray Ömer Uzun

Numan Kurtulmuş ve AKP: Harun gibi gelip....

 

Bu makalenin içinde;
1. Ne Harun’dan ne de Karun’dan söz etmeyeceğim.
2. Size söz veriyorum; ‘mücahitlerin’ nasıl ‘müteahhit’ olduğundan da hiç bahsetmeyeceğim.
3. Ya da bütün Türkiye genelinde İstanbul merkezli 20-30 şirketin nasıl da son 10 yılda aldıkları devlet ihaleleri ile mevcut durumlarını yüz binlerce kez katladıklarından da konu açmayacağım.
AZ BİRAZ TARİHÇE
1. Haritanın öncelikle tamamını görmek bağlamında, sanırım Ali Ünal’ın yazdıklarına göz gezdirmekte yarar var; ‘…Mustafa Kemal, yapacaklarını daha Samsun-Amasya-Erzurum hattında iken Mazhar Müfit Kansu'ya tek tek yazdırmıştı. Bunlar, Mustafa Kemal'e ve arkadaşlarına Samsun vizesini veren İngiltere ile Lozan'da tescil edilip, taahhüt altına alındı.
2. Aynı İngiltere, "Ortadoğu" denilen coğrafyada mevcut sunî sınırları çizen ülkedir de. Bu sınırlar öyle çizildi ki, meselâ Kürtler Irak, Suriye, İran ve Türkiye arasında, Belucîler İran, Pakistan ve Afganistan arasında dağıtıldı. Çok açıktı ki, bu etnik unsurlar, İslâm ülkelerinin tamamen kendileriyle meşgul olması ve vakti geldiğinde bir defa daha bölünmesi adına kullanılacaktı. Nitekim İngiltere mahreçli Financial Times gazetesinin Mayıs 1983'te, PKK'nın kuruluş günlerinde, yayınladığı ve dünyanın 2010 yılında alacağı öngörülen (yani planlanan) haritada zikri geçen dört ülkeye dağıtılmış Kürt bölgesi 'Büyük Kürdistan' olarak çiziliyordu.
3. Dolayısıyla, PKK/KCK terörüne öncelikle bu açıdan değil de, Güneydoğu'daki şartların kendiliğinden sebep olduğu bir terör olarak bakanlar, fecî yanılıyorlar. Yavuz Sultan Selim, Mısır seferine çıkarken İdris-i Bitlisî kendisini, Güneydoğu Anadolu'yu da Osmanlı Devleti sınırlarına katmaya teşvik etmiş ve "Sultan'ım, bu bölgenin güvenliği Musul'dan geçer." diyerek, Musul'a kadar fethedilmesi gerektiğini bildirmişti. İdris-i Bitlisî'nin kurmay zekâsına sahip olmayanlar, İngilizlerin İslâm dünyasında çizdiği sunî sınırlara teslim oldular.
4. Taha Kıvanç, Lütfi Akdoğan'ın hatıralarından bir zaman MİT müsteşarlığı yapmış bulunan Fuat Doğu'nun değerlendirmesini aktarıyor. Doğu'ya göre "(İttihat ve Terakki Partisi'nin başına) Enver Paşa ve arkadaşlarını getiren(ler) yalnız Siyonistler değildi; Siyonistlerle birlikte İttihatçıları iktidara getiren de bu bahsettiğimiz 'kitle güç' oldu.
5. Yine Siyonistlerle el ele vererek bu kitle güç, Atatürk'ü başa getirdi." Fuat Doğu'nun "kitle güç" dediği, 31 Mart 1908 hadisesiyle birlikte Türkiye'yi içten ele geçiren güçtür ve arkasında daima İngiltere olmuştur. Cem Ersever, "Ortadoğu'daki hadiselerin istihbarat faaliyetini İngiliz gizli servisi yürütür; askerî operasyonları da ABD yapar." diye yazar. Ve, ABD için en önemli meselenin İsrail'in güvenliği olduğunu ABD'li yetkililer tekrar ediyor. PKK ile 2005 yılında başladığı ortaya çıkan ve 2010'da tek bir maddesini bile hiçbir yetkilinin halk önünde kabullenemeyeceği mutabakata dönüşen Oslo sürecinin mimarı da İngiliz gizli servisidir. KCK'nın bu süreçte teşkilatlanıp, metropolleri patlayıcılarla doldurduğunu da belirtelim.
6. Lütfi Akdoğan, Demirel'in ağzından ABD'nin Kürt bölgesini Türkiye'den her bakımdan çok daha iyi bildiğini ve "Kürt meselesi"nde Türkiye'den tamamen farklı düşündüğünü de yazıyor. "Ortadoğu" politikalarında önceliği daima İsrail olan ABD'nin 1990 Irak savaşını aynı mesele için çıkardığını ve aynı mesele için yeni bir Irak savaşı çıkarıp, Saddam'ı yok edeceğini yine Lütfi Akdoğan vasıtasıyla Demirel'den öğreniyoruz.
7. Fethullah Gülen, Mavi Marmara hadisesinde "İsrail'le diplomasi sonuna kadar kullanılabilirdi." dediğinde yer yerinden oynamıştı. İki yıldır dış politikada ve bizzat bölgemizde ne duruma düştüğümüz ortada. Teröre karşı ilk defa gerçek ve başarılı bir mücadele vermeye başlar başlamaz Uludere'de 34 masum vatandaşımızı kendi uçaklarımızla katlettik. Suriye ile uçak krizi için hadisenin olduğu daha ilk gün "İkinci bir Uludere olabilir." diye yazdım. Uludere'de uçaklarımıza vatandaşlarımızı hangi merkez veya güç bombalatmışsa, uçağımızı Suriye'ye gönderip düş(ürül)mesine sebep olan da aynı merkez veya güç olsa gerektir.
8. ÖYM'ler, Fuat Doğu'nun Siyonistlerle birlikte çalışan 'kitle güç' olarak andığı bu merkez veya gücün bir yerinden yakalamıştı ve cesaretle dalga dalga üzerine gidiyordu. Ama birtakım duygusal ve şahsî sebeplerin yanı sıra, Oslo sürecine kurban edildiler. Harita tam görülsün diye yazdım…’ demektedir ki kanımızca günceldeki pek çok sorunumuza da, tarihi bir perspektifle net bir açıklama getirmektedir, değil mi?..
Ali Ünal’in yazdıklarını özetleyecek olursak; Atatürk’(e) yapacaklarını tek tek dikte etti(rdiler). İngilizler her işte iyi bir mikser / karıştırıcı olurlar. ABD’liler tümüyle İsrail’in kontrolündedirler gibi uluslararası tespitlerin yanında, Oslo görüşmesinde yazılı metin haline dönüştürülenler asla kabul edilemez ile Uludere’de, uçak krizi de aynı elin yerli ve harici adımlarıdır ve ÖYM’ler Siyonist yapıyı tam yakalamıştı ki; usta’nın gayretleriyle bundan geri adım atıldı şeklindedir.
BEYAZ TÜRK’E KARŞI BEYAZ AKP’Lİ Mİ? YARGI VE İDARİ KOLLUK
1. Burada yukarıda anlatılanların da ışığında yeri geldiği için söylenilmesinde yarar olan bir diğer konuda; son 100 yılda Türkiye’de kurulan bir yapının varlığı söz konusudur. Bizim kısaca ‘Beyaz Türk’ dediğimiz statünün insanları 2012 Türkiye’sinde 16 bin kişi kadardır ve 100 yıllık Cumhuriyet biriminde de azımsanmayacak bir sermayeyi ellerinde tutmaktadır.
2. Ancak son 10 yıl içerisinde AKP ve Erdoğan Hükümeti de 24 bin kişilik bir yapıya Beyaz Türklerin 90 yılda sağladıkları sermaye birikimine eşit ve hatta daha fazla bir ekonomik gücü kazandırmış ve tesis etmişlerdir ki; artık bu 24 bin kişilik AKP’li ya da muhafazakar-milliyetçi şeklinde de isimlendiremeyeceğimiz bu sermaye yapısı, kendi görgüsüz zenginini ve tek adam olan Erdoğan fenomenini bir gerçek olarak kabullenmiştir.
3. Elbette ‘bal tutanın parmağını yalayacağı’ gerçeğini de iktidarlar bağlamında göz ardı etmeksizin, gelen her iktidarın kendi yandaşlarını kolladığı, kayırdığı, devlet ihalelerini ve kredilerini onlar lehine kullandığı bir gerçektir. AKP’de bir siyasi parti olarak bunun benzerlerini yapması, çok da garipsenecek bir olgu değildir.
4. Ancak önceki iktidarların dönemlerinde, bu kesim 50-100 binlik bir rakamla ifade edilirken, şu anda bu 5–15 bin rakamları ile telaffuz edilmekte ve bu sebeplenmenin merkezinde de belediyecilik ve seri çözüm pratiği iyi olan, belli ve çok az sayıdaki politikacıların nimetlenmesi gözükmektedir.
5. İşte bu nedenle de, ileride muhtemel böylesi yapılan ekonomik hareketlerin takibini sağlayacak idari ve yargısal yapıların görevlerinin sonlandırılması ve olası ise oluşan bilgi bankası arşivinin yok edilmesinin yanında, idari kollukta ve yargıda iz sürecek yapıların da sonlandırılması / kolunun-kanadının kırılması gerekmektedir.
6. Başbakan Erdoğan her iktidar partisi üyesinin neden siyaset yaptığının çok ciddi anlamda bilincindedir. İnsanlar siyaseti, hakka hizmet için filan değil, düpedüz makam, para, şöhret, hırsları için yapmaktadır. Daha önceden iktidar olduğu süreçlerde CHP’de, AP’de, DYP’de, DSP’de, ANAP’da, DYP’de, MHP’de, Saadet’te olan insanlar, çok az bir kısmı hariç, hepsinde de –hatta hep aynı kişiler- maddi ve manevi menfaatler için iktidarlara yaklaşmaktadır.
7. Artık Başbakan Erdoğan olmazsa, bu imkânların hiç birisinin olmayacağını bilen siyasi muhterisler söz konudur. Başbakan da kendisini sürekli dev aynasında görmekten dolayı, her şeyi adeta kendisinden bilmekte ve neredeyse de megalomanlıkta en tepe üstü noktasını yakalamaktadır ve her şeyi ile o tam anlamıyla bir tek adamdır. ‘Milli Şef’ betimlemesi gibi, adeta artık bir ‘Muhafazakar Şef’tir ki sporda şike ve rüşvet yasasından bu tarafa yaptığı her icraatta bunun en güzel bir göstergesidir.
8. AKP içindeki kendisinin tek adamlığı ve Başbakan Yardımcılarının bile sadece başbakan’a bir şeyleri getirip götüren aracılar olması durumu, millet içinde de alternatif liderlere yönelerek tek adamlık yolunda hızla ilerlemesini ve olası ise AKP içine alma adımları atmasını gerektirmektedir. Eğer bu atmak istediği adımlarda, seçimlerden önce BBP, HAS Parti, Saadet Partisi, Demokrat Parti gibi partilerin hepsini kucaklayan bir yapı gösterse idi, samimiyetinden şüphe duyulmayacakken, irtifa kaybettiği anda böylesi bir adım atması da popülist yaklaşımının dışa yansımasından başka bir şey olmasa gerektir, değil mi?
9. Başbakan Erdoğan, sağ seçmeni şimdilik tercihsiz bırakma pahasına da olsa Kurtulmuş’u AKP’ye davet etmekle, kendi açısından önemli bir siyasi hamle yapmaktadır ve bu adımlar Erdoğan’ın diğer partileri kendi bünyesine alarak yok etme istemi, irili ufaklı sağ partileri ve liderlik özelliği bulunan insanları bünyeye katmakla devam edecektir.
10. AKP tabanını oluşturan ve ona oy veren seçmen kitlesine baktığımızda da, tam anlamıyla bu kitlede de ciddi bir hayal kırıklığı yaşanması söz konusudur. Acaba AKP olmasa kime oy verebileceksiniz? Kasetleri çarşaf gibi ortalığa dökülen ve tabanı ile taban tabana zıt bir üst yönetiminin olduğu MHP’ye mi? Yoksa hala herkesi kucaklama konusunda bir adım atmayan ve statükoyu muhafaza eden CHP’ye mi? Veyahut da attıkları adımlarla her an Türkiye’yi parçalama kurgusu içinde etnik ayrımcılık yapan BDP’ye mi? Yoksa ‘lanet olsun ama ne yapayım çaresizim’ diyerek gene oy vereceğimiz AKP’ye mi? O AKP ki; kendilerine destek için gelen kızları yaşındaki öğrencileri dost yaparak garsoniyer evler inşallah tutmuyorlardır ki burada yüzlerce içimizi acıtacak örnekleri sıralayabilirim ama batılı tasvir safi zihinleri idlal olacağı için bu kadar ile iktifa ediyorum…
11. Yukarıdaki şekliyle alabildiğine hızlı adımlar atan AKP’nin, vatandaş nezdindeki popülaritesinin devam etmediğini, sürekli yaptırdığı anket çalışmaları ile görmesi, Başbakan Erdoğan ve AKP Hükümetinin yeni adımlar atmasını da beraberinde getirmektedir.
HALA ‘PADİŞAHIM ÇOK YAŞA’ MI? ‘GURURLANMA HÜNKARIM SENDEN BÜYÜK ALLAH VAR MI?
Başbakan Erdoğan’ın ve AKP’nin olumsuzluklarından ve negatif yönlerinden burada maddeler halinde söz edecek olursak;
1. Başbakan Erdoğan artık, susun, itaat edin ve görün bakın neler ben neler yapacağım teslimiyetçiliği içinde hareket edilmesini istemektedir. Liyakat ‘out’, körü körüne sadakat ise ‘in’ olmuş durumdadır.
2. Taraf gazetesi, Ahmet Taşgetiren ve Mehmet Altan örneklemelerinde de görüldüğü gibi artık haklı bile olsa eleştiren asla istenilmemekte ve statüsü sonlandırılmaya çalışılmaktadır.
3. The Cemaat’in artık oy bağlamında AKP’yi desteklemeyeceği ön yargısından hareketle, itibarsızlaştırılması / yıpratılması için adımlar atılarak, Haydarinin kaset yapımı gibi, Nurettin G. Veren kitapları gibi, Öngüti’nin dedikoduları gibi, Kadir Mısırlıoğlu ya da Kemalettin Özdemir gibi birilerine ‘Din Tahripçileri’ adı altında bir kitap yazdırma telaşı içinde mi hareket edilmektedir? Bu işler için ‘altın’dan ‘oluk’lar mı akıtılmaktadır? Osman Topbaş’ın bu konuda acaba herhangi bir katkı(sızlık)ları söz konusu mudur?
4. İbrahim Öztürk’ün vahşi kapitalizm uygulamaları bağlamında anlatımları da kanımızca çok önemlidir. Şöyle ki; yurttaşı canından bezdiren İDO zulmü gibi uygulamaların alabildiğine çokluğu. TÜPRAŞ örneğinde olduğu gibi, 'kamu tekellerini özel tekel yapmayın', halka arz edin, sermaye tabana yayılsın, milli tasarruflarımız artsın, cari açık da azalsın. El parasıyla kalkınma oyunu oynamayalım dedik. Ama yapmadılar.
Koç Grubu dışarıdan borçlandı ve bu devasa tekele sahip oldu. Galiba benim dediğim gibi yapınca kimsenin cebine rant girmiyor. İkinci önerim de şu: Hiç olmazsa yekpare (blok halinde) değil, parçalara bölün, rekabet piyasasını oluşturarak satın. Bunu da duyan olmadı. Nihayet üçüncü ve en kötüsüne geçiyorum: İlla da 'özel tekel' oluşturacaksanız o zaman şartını-şurtunu koyun da milletimizi inletmeyin, dedik. Bunu da yapmıyorlar. Satıyorlar, mevtayı gassalin önüne atmış gibi halkımızı sermayeye terk ediyorlar.
İDO yılda 100 milyonu aşan yolcu, 8 milyona yakın da araç taşıyor. 400 milyona yakın cirosu var. Yaz sıcağında şu Körfez geçişi için bir araba ve içindeki yolculardan tam 1.200 TL'yi aşan para aldılar. Normali zaten 300 TL'nin altına düşmüyor. Aynı bileti kaç kişiye sattılar.
Aylardır basından düşmeyen bu zulmü ne Ulaştırma ve Denizcilik Bakanlığı, ne Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) ne de Rekabet Kurumu (RK) görüyor. Evet, acı gerçek şudur ki, artık işini liyakatle yapan devlet kurumu kalmadı. Bu bizatihi Başbakan'ın 'devlet yönetme' tercihinden kaynaklanıyor. RK ve ÖİB, Başbakan fark edip de 'şu işle ilgilenin ve şu sonuç çıksın' diye talimat vermez ise ya seyrediyor ya geç tepki veriyor ya da küçük işlerle oyalanıyorlar. RK, İDO'ya dönük iddiaları değerlendirme lütfunda bulunmuş. İnceleme ve soruşturma için daha çok beklersiniz demek bu. Bakın, zulmü durdurmuş filan değiller. 'Bakacağız, ama görecek miyiz belli değil. En iyisi sen devam et, kazancının zekâtını ceza olarak ödersin' demeye getiriyorlar.
Ankara'da kurtlar sofrasının başına saflığı kaybolmuş, cehaleti ve açgözlülüğü baki kalan tipleri koydular. İşte bu yeni bir modeldir: Muhafazakar soslu yeni bir Frenkeştayn geliyor!..’ demektedir ki bu konuda da maalesef ama maalesef çok ama çok haklıdır.
5. Prof. Numan Kurtulmuş ile yapılan görüşmeye göre açık ve seçik olarak söylenebilir ki; AKP kendisinin oy düşüşlerini, alternatif kaymaların olduğu partiler üzerinden yeniden kendine kanalize etmek için, alternatif partileri ve alternatif liderleri kendi bünyesine devşirecektir.
6. Başbakan Erdoğan ve AKP’nin yaptıklarından / yapmadıklarından bıkan halk yığınları, neden bir kez de Prof. Numan Kurtulmuş’u denemeyelim dedikleri bir süreçte, Numan Hocamın AKP saflarına katılması gerçekten de AKP için taze bir kan girişini sağlayacaktır. B u bağlamda Numan Hocam da bu anlamda vizyon sahibi, donanımlı ve bilge bir kişiliktir.
7. Bu aşamada Cumhurbaşkanı Abdullah Gül faktörü de göz ardı edilmemesi gereken bir diğer önemli paradigmadır. Acaba Abdullah Gül, 2. Kez cumhurbaşkanlığına yeniden aday olacak mıdır? Aday olması durumunda da Türk siyasi hayatındaki 1. Ve 2. Adam çekişmeleri ve kavgaları gibi bir süreç AKP çatısı içinde gerçekleşecek midir?
8. Numan Nuh’un anlatımları içinde; ‘…Kuran Kursları neden yıllardır falan cemaatin tek elinde bulunuyor. Bir formülle bu işi bitirelim. Yurt dışına okul biz neden açamıyoruz? Bizim de okulumuz olamaz mı? Yurt yapmak çok mu zor? Her belediyeye söyledim mi, bu işte biter. Üniversite açmak bir iki talimatımızla gerçekleşir. Basın işi zaten çok kolay, birkaç kişiyi yönlendirdin mi, reklâmlarını kestin mi tamam. Bunlar tek tek yapıyorlar biz toptan yaparız. Ne yapıyorlar ki yaptıkları iş çocuk oyuncağıdır diyerek, yıllardır bin bir emekle yürütülen işleri hafife almak doğru bir yaklaşım olmadığı gibi, bütün alternatif liderleri ve partileri, ikbal vaat ederek bünyeye katma düşüncesi de bizim dünyamıza ait bir düşünce değildir. Bu düşüncenin dini ve milli unsurlar dışındaki derin güçlerin toplum mühendisliği çalışması ile farkında olarak / olmadan uygulatılma ihtimali de işin bir diğer vahim boyutu olabilir…’
9. haydi bakalım bakalım; ‘el mi yaman, Bey mi yaman?’ Ya da; ‘okyanusta sular çekilince, sahile vuran balıkları karıncalar yermiş. Sular geri gelince de sahildeki karıncaları balıklar yermiş. Kimin kimi yiyeceğine, ne balık, ne karınca değil, sadece suyun akışı belirlermiş.’
Son kez hem de avazım çıktığı kadar bağırarak söylemem gerekirse; ‘Gururlanma Padişahım senden büyük Allah var…’ Ih ıh ben ‘padişahım çok yaşa’ diyenlerden ol(a)mayacağım…’
Önder AYTAÇ / Rotahaber

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.