banner2
Öne Çıkanlar Urfa ABD MHP Urfa Balıklıgöl Şanlıurfa Valisi Abdullah Erin

Suriyelileri Çalıştırıp Para Vermiyorlar

Hayırsever vatandaş Halil İbrahim Kutluay’ın “Adam” dediği kişi kendisi oluyor. Diğerleri de Erzurum Horasanlı kayınpederi, kaynanası ve eşi oluyor.

İşte o yazı:

“Adam işyerinde çalışıyordu. Günlük işlerini yapıyor, saatlerde akıp geçiyordu. Muhasebe'den bir arkadaş içeri girdi ve sessizliği bozdu.

"Rüyamda birilerine bir hâyır yaptığımı gördüm, etrafımda herkes dairede oturuyor, tanıdığım adam gibi bir ihtiyaç sahibi ise yok, ben size parasını versem şöyle bir kan akıtsanız (horoz, tavuk gibi bir hayvanı kestirmeyi kastediyor), tuz ekmek birşeyler verseniz, olmaz mı!!!"

Adam sevinerek aldı parayı, kendisi de severdi böyle işleri yapmayı ama eli biraz dardı. Şimdi en azından sevaba ortak olacağını düşünüyor, seviniyordu.

Cumartesi, "Pazar günü hallederim" derken o gün başka bir işi olduğunu düşündü ama mesai bitiminde çıkarken parayı da koyduğu çekmece de unuttu ve evine gitti. Sonra vazifeyi hatırlayıp hayıflandı ancak sonradan buna sevineceğini kendisi de bilmiyordu. Evde hanımı günlük konulardan konuşurken "annemgilin boş evini Suriyeliler kiralamış" diyordu.

Adamın hanımı, Erzurum'un Horasan ilçesinden gelen bir ailedendi. Kürt kökenliydiler. Tüm aile namazında niyazında, kayınbiraderler de dahil olmak üzere erkeklerin tamamı Hacı, kayın valide yine Hacı. Kayınbabası son yıllarda ise HAC çıkmadığı için her sene hanımıyla beraber bir kızını alıp umreye gidiyordu. Zaten adeta dünyadan elini eteğini çekmiş bir adamdı. Caminin bir anahtarını cebinde taşır, ağır hasta değilse her sabah namazından önce camiyi kendisi açar ve yine ağır hasta değilse beş vakit namazını camide kılardı.

Pazar günü işini halletti. Hanımı da bir kaç gün annesinde kalacaktı. Pazartesi günü yolu çarşıya düştüğünde horozu kestirip bir poşete koydu. Aklına hanımın bahsettiği yeni kiracılar geldi. Gerçi ev kiraladıklarına göre durumları iyi olmalıydı ama “boşver” diyerek yola koyuldu. Mahalleye girdiğinde artan parayla da ekmek, pirinç, bulgur alıp bir poşete koydu ve kayınvalidesinin evine gitti. Yanında hanımı ile kapıyı çaldılar. Allah'ın selamını verip içeriyi yıkayan kadınlara teslim edip döndüler. Adam bir kaç kelime dışında Arapça bilmiyordu, kiracı kadınlar ise Türkçe. Ama Allah'ın selamı kapıyı açmış, poşetleri görünce dile de gerek kalmıştı. Kadın dualar edip, "teşekkuren","şukran" diyerek aldı poşetleri.

Adam ise "evi yıkadıklarına göre koyacak eşyaları da vardır, herhalde bunlar Suriye’de varlıklı insanlardı" diye düşünüyordu. Yanıldığını ise çok fena anlayacaktı.

İki gün daha geçti. Adam işten evine döndüğünde evin ışıkları yanıyordu. Demek ki ziyaret bitmiş hanımı eve dönmüştü. Yoğurt, turşu, tavuk suyuna pilav ve tavuk haşlamadan mükellef sofraya oturduğunda hanımı günlük şeyleri anlatmaya başladı.

Suriyeli kiracılar evlerine yerleşmişlerdi. O andan sonra hanımın her yeni cümlesinde adam yemekten biraz daha tat alamaz duruma geldi. Hanımının anlattıklarına göre:

“Kiracılar 3-4 kardeşti ve hanımları ve çocukları ile beraber gelmişlerdi. Ama ne geliş!!! Yanlarında ki tüm eşya iki valiz ve bir poşetti. Bardak, çanak, kaşık, bıçak, perde, masa, halı, kilim, yatak, yorgan, çul, tüp, ocak, tava, tencere adına ne ararsanız "yoktu". Yerlere serecek sadece bir kaç çarşaf vardı ve çocuklar fayans zeminde, soğuk havada çıplak ayakla geziyorlardı. “

Evi zaten yarı fiyatının bile altında kiraya veren kayınbabası aldığı paraya bile pişman olmuştu. Adam kayınbabasını tanıyordu, Pakistan depreminde "din kardeşimizdir" diyerek, 3.000 TL bağış göndermişti. Üstelik adam bunu kayınbabasından duymamıştı. Diğer dara düşen ülkeler içinde kayınbabanın boş geçmediğini tahmin etmek güç değildi ancak kayınbaba bu konularda oldukça ketumdu. “Rızası olsun” diye hanımına söyler başkası pek duymazdı. Yıllardır Kur'an kurslarına, yoksullara sürekli fırınından bedava ekmek veriyordu. Her yıl Ramazan ayı gelince onlarca koli Ramazan paketini yoksullara dağıtıyordu. Kayınbabanın tek ölçüsü dini ve dininin emirleriydi. Mahallede giderek artan Suriyeli muhacirleri görünce hepsine  günlük ekmek ihtiyaçlarını vermeyi görev saymıştı.

Adam, kurban bayramını hatırladı. Kayınbabası yıllardır yaptığı gibi yine koca bir tosunu kesmişti. Kayınbiraderleri sürekli çalıştığı, kayınbabası da yaşlı olduğu için etleri parçalayıp, dağıtıma hazırlama işine evlendikten sonra sürekli yaptığı gibi yine kendisi gönüllü olmuştu. Gülerek yine tekrarlamıştı telefonda : "Eeee kaynana!!! boşuna demiyorlar, eşeğin yoksa enişten demi yok diye değil mi? Bir kız verdin ya artık bizi hamal gibi çalıştırırsın elbet"... Oysa kaynana ile arası o günlerde limoni idi. Ama adam son yıllarda artık yaklaşan ölümü de düşünün daha bir olgunlaşmış eski hayatından mümkün olduğu kadar uzaklaşmış, harama helale daha bir dikkat eder olmuştu. O yüzden hâyır işi deyince dargınlık takacak durumda değildi. Zaten o gün için önceden et parçalama tahtasını yaptırmış, bıçak ve satırını bile hazırlamıştı. Kendi parası yoktu işin içinde ama en azından bir sürü garibanın sevinmesine de vesile olacaktı.

O sene bayram da her sene yapılandan farklı bir yol izlenmiş bir bayram öncesinde mahalledeki Suriyelilerin tamamına "bayram günü fırında et dağıtılacağı" söylenmişti. Adam etleri kendi parçalayıp poşetlemiş ve bayram günü mahallenin fakirleri ile beraber muhacirler de belki de aylar sonra o günün bayram olduğunu hatırlama fırsatı yakalamışlardı. Adam işte bu yüzden biliyordu ki kayınbabası "Bunlardan para almasaydım keşke" diyorsa, bu lafın gelişi değil gerçekten içten gelerek söylenmişti.

Kayınbaba yeni kiracıların bu durumunu görünce hemen fırındaki dolu tüplerden birini oğluyla göndermiş, kaynana ise evdeki eski halıları, perdeleri, çul çaput, elbise battaniye ne varsa götürmüştü. Gelinleri ve büyük kızı da evde duran fuzuli ama onların ihtiyaç duyabileceği ne varsa götürüp bırakmışlardı. Kayınbaba sabahın köründe, kahvaltı hazırlayın götürün demiş, yemek vakti gelince de içinde yemeği ile gönderilen tencereler ve emek takımları onlara bırakılmıştı. Büyük gelin evde fazladan duran sobayı vermiş ve ısınma sorunu da böylece çözülmüştü.

Kayınbaba fırındakilere hemen emir vermiş ve her gün yeni kiracıların ekmeklerinin gönderilmesini istemişti. Kadınlardan birisi kaynanaya el işaretleriyle çamaşır yıkaması gerektiğini anlatmış ve kadın hemen leğen, deterjan götürüvermişti.

Adam içinden çektiği maddi sıkıntıya hayıflanırken bunca olayın içinde kendisinin de boş geçilmediğini anlattı: Muhacir kadınlardan birisi kapıyı çalıp hanımını eve götürerek, önce perdeyi göstermiş ve daha sonra elini sürekli yükselterek “merdiven lazım” demiş ve gene el işareti ile “bekle getireyim” cevabını almıştı hanımı. Hanımı "Bizim düğün zamanı annenin yaptığı yer yatağı var ya, biz de yer yok diye annemgilin evindeydi ya, anneme söyledim onu verin bu muhacirlere, biz ne yapacağız, zaten yıllardır ordaydı" diye. İşte bu adamın içine su serpmişti.

Adam birden ilk gün kendi götürdüğü poşetleri hatırladı ve "herhalde dünyada ihtiyacı olabilecek en doğru insanları bulmuşum" diye içinden bir sevinç yaşadı. Tabağında yemek artırmayı pek sevmezdi ama o gün devam edesi gelmiyordu. "Çocukları giydir" dedi hanımına. Hanımı kocasını öğrenmişti. Yerinden kalktı mı oturan tiplerden değildi adam... Ailece markete gittiler. Kredi kartıyla da olsa bir şeyler de kendi yapmak istiyordu, gelecek ay nasıl olsa öderdi.

Kuru gıda, kahvaltılık, yağ, şeker, makarna, bulgur gücü yettiğince aldı adam. Eve dönüp evde ihtiyaç fazlası makarnaları, nohutları da paketlediler. Bir poşete çamaşır deterjanı doldurdular. Çuvalında bekleyen sabunların bir kısmını eklediler. Hanımı "yarın kardeşimi arayayım, o gelip araba ile götürür" dedi kocasının bunu dinlemeyeceğini de biliyordu.

Bisikletin sepetine, gidonuna poşetleri taktı ve yola düştü. Kapıyı çaldı. Kapıyı kadınlar açabilir diye de yanında kaynanası zili çaldılar. Evin erkekleri çıkınca Allah'ın selamı verdiler. Adamlar içeri buyur edince poşetleri içeri bırakmaya girdi adam. Salonda serili bir çul bile yoktu. Evin kadınları diğer odadaydılar.

Adam bir kaç kelimede olsa Arapça bilirdi ama buna çokta gerek kalmadı. Erkeklerden birisi biraz Türkçe öğrenmişti. Poşetleri bıraktılar, ev halkı teşekkürlerini sundu.

Adam, kaynana ile çıkarken evin büyük gelinlerinden birisi kapıda göründü ve bildiği bir kaç kelime Türkçe ile "anne" dedi "gel"... Kaynana "sonra" derken adamın aklına geldi ve telefonla annesini arayıp "bir sor anne, bir ihtiyaçları var mıymış?" dedi. Suriyeli telefonda Arapça konuşabilen birisini duyunca derdini anlattı. Annesi "işte öylece geldik, yatak, battaniye, yorgan eksikler var" dediğini anlatacaktı adama.

Adam, kaynanasına eşinin bahsettiği yatağı sordu, hemen indirip vermek istiyordu ama kaynanası yatağın zaten gönderdiğini söyledi. Beraber döndüklerin de adam kaynana, kayınbabasının yaptıklarından duyduğu sevinci anlattı ve bazı vicdansızların evlerini, yurtlarını kaybeden bu insanları gün boyunca çalıştırıp bazen yevmiyelerini kestiğinden bahsetti. Adamın işyerinin oradaki camide yine iki muhacir vardı ve adamlar camide ki halıları üzerlerine örterek uyuyabiliyordu. Ondan önceki grupta yine camide kalan 10-12 kişilik bir grup daha vardı. Adam namaz için abdest alırken muhacirleri cami bahçesine gazete yaprakları sererken görmüştü. Gazetelerin üzerine çöken muhacirler ortaya koydukları iki kase yoğurda (10- 12 kişilik gruba sadece iki kase) ekmek banarak yemeye başlamışlardı. Adam işyerinde ki bir hanımın atıştırma için aldığı mandalina ve portakalları rica edip getirtip ikram etmişti. Bunları camiye getiren arkadaşı daha sonra öğle yemeğinden artan porsiyonları hatırlamış ve yemekleri ekmek ve tepsiyle beraber götürüp ikram etmişlerdi.

Kayınbabanın anlattıkları ise daha beterdi. Geçenlerde yaptırdığı inşaatın işini alan ustabaşı amele olarak tuttuğu iki Suriyeli işçinin parasının üzerine yatmıştı. Kayınbabası durumdan haberdar olunca ustanın kalan biraz alacağını vermemiş ve işçinin hakkını ödemişti. Ama diğer işçinin 260 lira yevmiyesini kurtaramamışlardı. Bir başka zalim ise bir aileyi 60 gün boyunca portakal toplamaya götürmüş ve 3.000 liradan fazla paralarını iç etmişti.

Adam, bunları duyunca ayranı iyice kabardı ve "kim ki mazlum hakkı yer, yedi sülalesine kefen parası olsun" diye lanet okudu. Zaten geçerli bir mazereti olmadan kaçak elektrik ve su kullananlara da hep aynı bedduayı eder, ne zaman hırsızlık, hortumlama, banka soygunu, rüşvet, yolsuzluk haberi görse buna yakın cümleleri sarf ederdi “Eğer bunlar doğruysa Allah yedirmesin!!!”. Adam için o haberdeki kişi mezardaki babası olsa da beddua değişmezdi.

Evine dönmek için yola çıktığında bisikleti yanında yürütüp telefona sarıldı ve annesini aradı. Kiracıların durumundan bahsettiler. Annesi yaşlı ve dul bir kadındı. Evdeki eski yatak, yorganlardan verip veremeyeceğini sordu. Annesi de namazlı, niyazlı, dünyadan elini çekmiş denebilecek bir kadındı. Boşta bir halıyı evinin civarındaki başka bir Suriyeli aileye verdiğini söyledi. O ailenin durumu da pek müspet değilmiş. Kadın 2.5 TL olan ekmekleri fırıncıdan 2 TL olarak alıp onları da  dini sohbet günlerinde gelen kadınlara yine 2.5 TL üzerinden satıp üstünü 3-5 lira harçlık etmeye çalışıyormuş. Sohbet günü muhacir kadın Kur’an okumuş katılan kadınların tamamı gözyaşlarına boğulmuşlardı. Kadın dua kısmında bütün Türkiye’ye dua etmişti. Konuşma sürerken annesi birden "aslında evde yüz geçirilmiş iki eski battaniye var ama ince, onları versek ayıp olmaz mı" dedi. "Evde çarşafı bile olmayan insanlar battaniye neden ince diyecek durumda mı ki anacağızım" diye içinden geçirdi adam. Annesi "ben çıkarırım sonra gelir alırsın"dediğinde adam hemen atladı :"Ben on dakikaya gelirim, sen uğraşma ben çıkarırım" diyecek oldu ama "ben geliyorum"dan sonraki kısmını duyuramadı.

Kaynanasının evi ile annesinin evi aynı mahalledeydi. Biraz sonra gittiğinde annesi battaniyeleri çıkarmış, yanlarına bir doldurma yer yatağı ile birde sünger yatak ile yastık ve yıllardır evde duran bir halıyı eklemişti. Halının bir köşesinde fare kemirdiği için oluşan delik yüzünden evde serilmiyordu yıllardır. Ama yine aynı durum nedeniyle de kimseye verilmemiş ve yıllardır dürülmüş durumda bekliyordu. Adam evin halini gördüğü için halıdaki o küçük deliği takacak durumda değildi.

Eşyalar iyi hoştu da bunların hepsi bisikletle gitmezdi. Mecbur arabası olan komşuya haber verdi adam: "Nuri! Hazine var, ortak olmaz mısın!"... Hazine, sevap demekti. Nuri aracıyla yaşlı olduğu için sağa sola çıkamayan annesini taşıma işlerine de yardımcı olan gençten bir adamdı. Annesi de “araba su yakmıyor” diye bir harçlık veriyordu. Adamın üzerinde para yoktu. Annesi "hayır işidir, onu da ben veririm, ne olacak" dedi ve gülerek ekledi "borcun kabarıyor ha!!" Nuri araçla gelene kadar sokakta günahtan ve sevaptan bahsettiler. Adam annesine “şu kıssa neydi anne anlatsana” diyerek hoşuna giden bir olayı anlatmasını istedi.

Anne anlattı :
"Adam ölüm döşeğinde canını teslim ederken sürekli aynı şeyleri tekrarlıyormuş :
-Keşke tam olsaydı, keşke yeni olsaydı, keşke uzun olsaydı... Sonra canını teslim etmiş ve bir süre sonra onu bu cümleleri söylerken duyan arkadaşı onu rüyasında görünce bunların anlamını sormuş.

Maktul anlatmış:
-Ben sadece açım diyen birine yarım ekmek verdim. Giysi isteyen birine eski bir kıyafetimi verdim. Birde gözleri görmeyen birine kısa süre rehberlik edip yanında yürüdüm. Bu üç iyilik bana kefil olup, bunların karşısında bana verilen makamları görünce imrendim ve hayıflanarak daha fazla iyilik yapsam kazanacağım nimetleri düşünerek öyle dedim:   Ahhh! Keşke tam olsaydı, keşke yeni olsaydı, keşke uzun olsaydı "...

Annesi bir yandan bir duruma üzülüyor bin yandan da nerdeyse kimsenin aklına gelmeyen bir şeyi tekrarlıyordu : “Çok şükür Türkiye var ki bu mazlumlar buraya geliyorlar? Ya aynısı bize olsaydı, biz ne yapardık ? Biz nereye giderdik ?”...

“Öyle ya” diye içinden geçirdi adam…
Türkleri asimile etmeye çalışan, Belene zindanı dramlarına imza atan Bulgaristan’a mı,
Batı Trakya’yı açık hapishane yapan Yunanistan’a mı,
Suriye’de akan kanın asıl faillerinden olan İran’a mı,
Azeri kardeşlerimize karşı zulmün her çeşidini deneyen Ermenistan’a mı,
İç savaş içindeki Suriye’ye mi ? Yoksa Irak ‘a mı?  

Nuri, arabayla gelmişti. Aracın arkasına eşyaları, üstüne ise bisikleti koyup yola düştüler. Kaynana az önce ben eve gidiyorum diye çıkan damadı bir daha görünce biraz şaşırdı ama eşyaları görünce anladılar. Nuri Arapça biliyordu ve bu sefer dil sorunu da olmayacaktı.

Kapıyı çaldılar. Bu defa gençten bir çocuk açtı ve büyüklere haber verdi. Adamlar bir daha kapıda aynı adamı ellerinde eşya ile görünce şaşırmadılar değil ama Nuri adamlara "eşyaları bu arkadaşın annesi gönderdi" dedi. Adamlar buyur ettiler. Adam "bazıları biraz eski ama ihtiyaçları var kullanırlar diye düşünerek getirdik" dedi tercüman görevine soyunan Nuri bunları da tercüme edince adamlar ellerini havaya kaldırıp dua eder gibi bir hareket yaptılar. Bir tanesi Arapça "Bizi mahcup etti" dedi ve çay içmek için davet etti. Nuri bunu tercüme etti ve adam "Biz kardeşiz" dedi adamların duaları arasında tekrar yola düşüp araçla kendi evine döndüler.

Adamın içinde tuhaf bir mutluluk vardı. Bir yanda yıllar önce yaşadığı rezaletler ve yaptıkları ve bir yanda ise ölüm korkusu vardı. Yaptığı ibadetlerin sonucunu ise Allah bilirdi. Ama işte bugün yanına biraz yol azığı daha almıştı. O sevinmeyip de kin sevinecekti.”

05 Şubat 2014-Adana / Habervaktim

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.