banner2
Öne Çıkanlar Urfa ABD MHP Şanlıurfa Valisi Abdullah Erin Twitter 140 kareter sınırını kaldırıyor mu? Twittera fotoğraf eleince kaç karekter kalıyor?

Prof. Ekinci’den Topçu Meydanı ve Rabia Meydanı tespiti

İşte Harran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim üyesi Prof. Dr. Abdullah Ekinci’nin “Urfa’da Meydan Tartışması: Topçu Meydanı ve Rabia Meydanı” başlıklı yazısı;

Son günlerde eski vilayet binasının yerine yapılacak yeni meydanın adı ile Topçu Meydanı hakkında yapılan tartışmalar görsel, yazılı ve sosyal medyada sürmektedir. Tartışmalar batı, doğu kültürü ile Urfa’da meydan kültürünün dünü, bugünü ve geleceği ile ilgili bir değerlendirmeyi zorunlu kılmıştır.

Kent uygarlıktır, değerlerin yaratıcısı değilse bile, dağıtıcısıdır. Şehir dini, toplumsal ve politik sistemi sembolize eden bir mekândır. Şehirlerle kurumlar beden ile ruh gibidir. Şehrin gerilemesi ve ölmesi kurumlarında gerilemesi, ölmesi demektir. Kentin, sokağın, meydanın ölmemesi için mücadele ne kadar önemli görünse de, toplumun düşünme biçiminin saflığı, özgünlüğü, derinliği de o kadar önemlidir. Toplumun düşünme biçiminin değiştirme çabaları özgünlüğü yitirir. Yerinden oynatılan her taş, yıkılma sürecini de tetikleyen bir unsurdur. Kent tartışmaları etnik ve ideolojik merkeziyetçilikten arındırılabilirse, o zaman kurgusal bir şehir inşa etmenin ötesine geçilir. Esas olan estetik kaygıların ötesinde toplumsal tabanın oluşmasıdır. Bu da yönlendirme kabul etmez.  İnşa etmenin bir estetiği olduğu gibi yıkımın da bir estetiği vardır. Napolyon Bonapart döneminde (1799-1814), henüz gelişmemiş planlama düşüncesi ile tarihi kentlerin merkezlerini yıkma hevesiyle birçok alan tahrip edilmiştir. Benzer bir durumu Urfa, Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşamıştır.  Bu süreçte kentin birçok gözde mimari yapısı yıktırılmıştır. Geri kalan eski yapılar ise gecekondulaşmıştır. Gecekondulaşıp yozlaştırılan mekânlardan bazıları, Topçu Hanı, Şehbenderiye Medresesi (Şehbenderiye Cami müştemilatı), Şehbenderlik (İran Konsolusluğu), Askeriye Hanı (Eski Vilayetin bulunduğu yer), Çamlık alanında yer alan Keşişin Ağılı, aynı alanda Osrohene Krallığına ait mezarlıklar ve tüm bunların içinde yer aldığı Dergezenli mahallesidir.

Son günlerde tartışılan husus ise Dergezenli mahallesinde (Atatürk Mahallesi) yer alan Şehbenderiye ile Topçu Hanı arasında yer alan boşluk/meydandır. Söz konusu tartışmalar meydan kavramının tarihsel bir değerlendirmesini zorunlu kılmıştır. Meydan somut ve soyut anlatımlarıyla hemşehri olmanın bilincini üreten alanlardır. Meydan ortaklık mekânlardır. Meydanlar kentlerin ilk oluşumlarından itibaren vardır. Eski Yunan polislerinde agora olarak ortaya çıkan ve kamusal binaların çoğu ile insanları sürekli temas halinde tutan ticaret, sanayi ve dinin başlıca odağını oluşturan, bu en mükemmelinden en basitine kamusal mekândır. İlk Yunan sitelerinin korunma amaçlı Akropolis’ten hareketle ortaya çıkıp, sonradan düze indikleri zaman, hemen her seferinde ilk önce oluşan unsur agora olmuştur. Bu meydan poliste yaşayan insanların ev ve iş dışındaki hemen tüm zamanlarını geçirdikleri yerdir ve bu nedenle de meydanlar toplumsallığın ve onun başka bir ifade tarzı olan siyasetin merkezi alanları olmuştur. Roma’da da durum bundan farklı değildir. Bizzat kendi bir civitatis olarak ortaya çıkan Roma Kenti, fetihlerle büyüyerek, tarihin kaydettiği en büyük devlet formasyonlarından biri haline gelmiştir.  Ama Roma devleti, bizde çoğu zaman sanıldığının aksine, ülkenin her birimine kendi iradesini tartışmasız bir şekilde kabul ettiren despot, mutlakçı ve aşırı merkezci bir üst siyasal belirlenme olmanın iyice uzağında kalmıştır. Roma aslında bir civitatisler konfederasyonudur. Bu konfederasyonun oluşturucu birimleri olan bu kentsel-siyasal varlıklar, aslında civarlarındaki kırsal alanla birlikte ekonomik, siyasal ve toplumsal bir bütün meydana getirmektedirler. Bu bütünlüğün çok çeşitli simgeleri arasında en dikkat çekici olanı forum’dur. Tıpkı Yunan polislerinde de olduğu gibi, Roma forumu kentin toplumsal, ekonomik ve siyasal odağını oluşturan bir meydan olarak ortaya çıkmaktadır. Meydanların antik dönemdeki işlevleri ortaçağ’ın ilk yarısında kesintiye uğramıştır.  Özellikle ekonomik nedenlere dayalı olarak kırsal hayatın öne çıkması, bu dönemde kentleri toplumsal hayatın vazgeçilmez unsurları olmaktan çıkartmıştır. Roma döneminden gelen kentler ya yok olmuşlar, ya da küçülmüşlerdir. Bunun yanı sıra, antik kır-kent ilişkisi tam anlamıyla kopmuş, dönemin küçülerek ayakta kalabilen kentleri, surların arkasında, kırsal ve kentsel faaliyetlerini birleştirerek hayatlarını sürdürmeye çalışmışlardır. Bu süreçte de meydanlar kentlerde varlığını sürdürmüş ve kentin toplumsal odağı olma işlevini devam ettirmişlerdir.

11. yüzyıldan itibaren Avrupa’da ekonomine canlanma başlamıştır. Endüstri ile dış ticaretin yeni boyutlar kazanmaya başlamasıyla, kentlerde de ekonomik canlanma harekete geçmiştir. Bu süreçte ayakta kalan kentlerin bazılarının yeni durum karşısında büyümelerinin yanı sıra, yeni kentler oluşmuştur. Bu dönemde ve bu gelişme içinde başı, Kuzey İtalya kentleri çekmektedir. Bu kentlerin en önemli bölümünü de piazza, yani meydan oluşturmaktadır. Bu piazza Antikite ve ortaçağdaki öncellerinden çok daha büyük ölçekte ekonomik ve toplumsal hayatın odağı haline gelmiştir. İlk bankalar burada türemiş, nakit akımları ile ekonominin yüksek voltajlarının düzenleme alanı burası olmuş, toplumsal fırtınalar ilk önce burada patlamış ve bu fırtınaları çıkartanlar da burada cezalandırılmıştır. Bunun yanı sıra, her kilise, her tarikat piazzaya bakan bir dinsel bina edinmenin peşine düşmüştür. Binaları olmayan dilenci tarikatlar ise, vaazlarını doğrudan meydanda vermişlerdir. Ama sonuçta herkesin bakışları meydanda yöneliktir. Türkçeye İtalyaca’dan ve piazza sözünden piyasa olarak geçmiştir. Piazza gerek somut, gerekse soyut içeriğiyle mal ve hizmetlerinin alınıp ve satıldığı alanı ifade etmektedir. Piazza’nın bir anlamı ekonomik hayatın odağını ifade etmektedir. Diğer anlamı ise, “piyasa yapmak” deyiminde ifadesini bulan, gezinmek, insanlarla karşılamak gibi atıflarla birlikte, toplumsal hayatın odağına gönderme yapılmaktadır. Böylece, çok dolaylı bir yoldan bile açıkça ortaya çıktığı üzere, piazza İtalya ve giderek Batı Avrupa kent hayatının ekonomik ve toplumsal, dolayısıyla da siyasal odağı olmuştur.

Ortaçağ İslam kültüründe meydanlar, fonksiyonlarına göre sınıflandırılmıştır: Kamusal meydanlar; ticari meydanlar; hükümet meydanları; askeri meydanlar; mahalle meydanları; ulaşım meydanları ve spor meydanlarıdır. Ortaçağ İslam şehirciliğinde meydan kültüründe temel kavram Mirbad’tır. Mirbad, Irak’ta Arap kültürünün şekillenmesinin yanı sıra şehrin ekonomik hayatında da olağanüstü bir rol oynadı. Burada deve kervanlarının yükleme ve boşaltma işi bu özel meydanda yapılmakta idi. Göçebeler ve kervanlar için bir tür kamp yeri idi. Basra’da geniş bir meydandan ibaret olan Mirbed’da, suyu Şattü’l-Arap’tan getirilmiş bir havuz mevcut idi. Başlangıçta boş bir alan olan en eski pazar yeri olan ticaret merkezine 155/771-2’de Ebu Cafer el-Mansur tarafından bir sur inşa edilir. Meşhur yedi kraat âliminden üçüncüsü, dil bilimci ve Basra dil okulunun kurucusu Ebu Amr b. A’lâ’nın (154/770) evi de Mirbad’ın arkasında idi. Basra Okulunun mensupları Mirbad’e gelen Bedevilerden kelimelerin tespiti, gramer kaidelerin formüle edilmesinde Basra Okulunun çalışmalarına ciddi katkı sağlamıştır. Şiir yarışmaları yapılıyordu. Bedevilerin tarihsel gelenekleri ve yaşam tarzlarıyla ilgili bilgiler buradan toplatılmıştır. Cahız “Beyan” adlı eserinin önemli bölümlerini buradan topladığı kaydedilir. Cahız “Hayavan”ında ünlü arap şairi Ebu Nuvas el Hasan Bin el Hani el Hakem’in yazı aletlerini alarak sabahın erken saatlerinde Mirbad’a geldiğini ve burada notlar aldığını ifade eder. Aynı şekilde şair Ferazdak’ın da uğrak yeri idi. Resmi eğitim kurumlarının yokluğunda bir okul görevi üstlenmiştir. Aynı zamanda Mirbad dil bilimcilerin, şairlerin, hadis toplayıcıların uğrak yeri olmuştur. Mirbad’da Bedevilerin, kentlilerin rengârenk bir kalabalık tarafından sorgulanılması da mekânın öğretici bir yönünü göstermektedir. Mirbad aynı zamanda bir tiyatro sahnesidir. Mirbad bazı geleneksel oyunların sergilendiği, insanları eğlendirmek için yılanların oynatıldığı bir eğlence alanıdır. Kan davalarının görüşülüp barış akdinin yapıldığı yerdir. Mirbad aynı zamanda, şairlerin, ediplerin ve Arap dilcilerin buluştukları bir kültür merkezi ve önemli siyasi toplantıların yapıldığı forumdur.  Mirbad bir şairlerin atışma mekânıdır. Şair Ferazdak ve Cerir, orada kabile reisi ve şairi Ra’î (ö. 90?/709) gibi uzmanların hakemliğinde, amansız şiir atışmalarına girmiştir. Asma’î de (ö. 213/828), garîbü’l-lûgat’ı, Bedevilerin kullandıkları “nadir ve anlamı karanlık sözcükleri” aramak için buraya gelirdi. Mirbad yerleşik kentlilerle kırsal göçebeler arasında bir alışveriş mekânı olması açısından da bir sosyalleşme merkezi idi. Bu anlamda Urfa Hokka Meydanı (Harran Kapı Meydanı) Pazar yeri, kırsal ile şehirlinin buluştuğu bir mekân idi.

Osmanlı dünyasına gelindiğinde ise, Batılı anlamı içinde bir meydan görülmemektedir.  Ortaçağ İslam kültüründeki kadar da derinlikli değildir.  Osmanlı da çarşı, pazar, bedesten, at meydanı ve cami avlusu gibi farklı mekânlar, batıda kullanılan meydan işlevini görmekteydiler. Osmanlı kentinde toplumsal ve ekonomik odaklar kentte parçalar halinde farklı mekânlarda yer almaktaydı. Çarşı, pazar ve bedesten gibi mekânlar, aslında esnafın bir arada bulundukları yerlerdir. Pazar, aynı iş kolundaki esnafın bir aradalığını ifade etmektedir. Çarşı daha geniş bir kavram olup, çeşitli esnaf gruplarının bir arada olma halini belirtmektedir. At meydanı ise bir başka kardeşi olan Ok Meydanı ile birlikte, daha çok savaş talimine yönelik sportif faaliyetlerin alanı olarak ortaya çıkmaktadır. Osmanlı da cirit ve ok atma gibi savaşa yönelik oyunların itibar gördüğü bilinmektedir. Meydan sözü ile bu tür sportif faaliyetlerin yapıldığı sahalar için kullanılmaktaydı. Cami avlusu ise İslam adetlerinin de belirlendiği üzere, zaten bir toplantı alanıdır ve toplumsal işlevi ağır basmaktadır. Esnaf çarşıda merkezin memurları (kadı ve muhtesip), kent halkı da cami avlusunda ve caminin içinde dinsel otorite tarafından gözetim altında tutulmaktadır. Osmanlı kentleri ekonomik ve toplumsal faaliyetlerin yürütüldüğü gelişmiş meydanlardan yoksundur. Osmanlı “millet” ve “mahalle” sistemiyle uyrukları mensup oldukları dinler temeli üzerinde, “millet” adı verilen gruplanmalara bölünmüşlerdir. Her “millet” kendi dinsel önderi (patrik, piskopos, hahambaşı) aracılığıyla doğrudan merkeze bağlanmaktadır. Farklı “millet”lere mensubiyet, hemşehrilik ve kent yurttaşlığı kavram ve bilincine ulaşmayı olanaksız hale getirmektedir. Batı kenti tarihi bir anlam içinde, meydanda ve meydan etrafında örgütlenen ekonomik ve siyasal toplumsallık olurken, Osmanlı kentleri bütünsel toplumsallıkların üretileceği meydanların oluşmasına tanık olmamışlardır.

Yeni Urfa olmadığı için meydanlarından da bahsetmek mümkün değil. Sadece eski vilayet alanında yapılan betonarme düzlük alan ile yeni vilayet çevresinde yılan hikâyesine dönüşen sözde düzenlemenin kırıntılarından bahsedilmektedir. Henüz somutlaşmış bir mimari yapı söz konusu değildir. Eski Urfa’nın meydanları ise farklı fonksiyonları olan alanlardır. İslam şehir uygarlığında meydanların işlevleri:  kamusal meydanlar; ticari meydanlar; hükümet meydanları; askeri meydanlar; mahalle meydanları; ulaşım meydanları ve spor meydanlarıdır. Eski Urfa’da yer alan meydanların önemli bir kısmı mahalle meydanlarıdır. Budik Meydanı, Karpuz Meydanı bu tür meydanlardır. Harran Kapıda yer alan Hokka Meydanı ise işlevleri açısından batı meydan kültürü ve Mirbad ile paralellik arzeder.  Hokka Meydanı ekonomik faaliyetlerin yürütüldüğü aynı zamanda pazar işlevi olan, kır ve şehirlinin bir araya geldiği meydandır. Topçu Meydanın çevresi ise hem toplumsal hem de ticari faaliyetlerini organize eden bir alandır. Şehbenderiye Mahallesi veya Dergezenli mahallesi doğu-batı ticaretini organize eden bir mekandır. Söz konusu alanda Şehbenderlik (İran konsolusluğu), bir vakfiye ve ona bağlı han, cami ve medrese yer almaktadır. Zamanla sur dışı bir mahalleye dönüşen bu yapılaşma cami ile han arasındaki alandaki boş alan meydan olarak kullanılmıştır. Bu yerleşimin tarihi 1908'dir. İran ticaret konsolosluğuyla başlayan süreç bir mahalleyle sonuçlanmıştır.

Topçu meydanı ile eski vilayet alanında yapılan ve Rabia Meydanı olarak düşünülen alan, tarihî işlevselliklerini kaybetmiştir.  Yeni yapılanmayla alanda birbirinden bağımsız iki ayrı mekân söz konusudur. Biri, cami ve han arasına sıkışmış eski alan; topçu meydanı, diğeri ise yıkılan yapılar yerine yapılan betonarme yüzey. Bu iki alan, bir alan olabilmesi için organikmiş hissi veren bir üslupla eskilerle yeniler birleştirilmeliydi. Alanda kent ve tabiat ilişkisi ihmal edilmemeliydi. Alanda yer alan ağaçlık alan betona dönüştürülerek kentin ekolojisine büyük bir darbe vurulmuştur. Şehircilikte iklim, güneş ışığı, rüzgâr yönü ve diğer doğal koşullar göz önünde bulundurularak ve dönemin tüm bilimsel gelişmelerinden faydalanılarak, kentlerin yönü yeniden düzenlenmelidir. Binalar, caddeler, meydanlar v.b. yapılar kentlerin iklimsel özelliklerine göre yapılması bir zorunluluktur. Eski ile yeni arasında kopuşu destekleyen çabalar sergilenmemelidir. Bu anlamda Topçu Meydanı tarihsel kimliği ile meydan işlevini yitirmiştir. Aslında kamusal meydan kentsel kültürün potası, ocağı, mübadele ve yaratma yeri olmalıdır.  Bu açıdan bakıldığında Topçu meydanın, topçu hanının, Şehbenderlik (İran Ticaret Konsolusluğu) Şehbenderiye Cami ve medresesinin içinde yer aldığı Dergezenli mahallesinin tarihsel kimliği tahrip edilmiştir. Askeriye (Hacı Kara Ağa)hanı yıktırılmış yerine eski vilayet yaptırılmıştır. Cumhuriyet modernleşmesiyle alan hem kurumsal, hem de toplumsal yapıya yapılan derinlemesine müdahalelerle kent hafızası göz ardı edilmiştir.

Sonuç olarak Tanzimat’la başlatılan, Cumhuriyet döneminde sürdürülen batılılaşma çabaları düşünsel açıdan aynı temele dayanmakla birlikte, yöntem ve uygulamalar açısından önemli farklılıklar içermektedir. Osmanlı modernleşmesinde öncelikli olarak üst yapı kurumlarının yeniden düzenlenmesi hedeflenirken, Cumhuriyet modernleşmesinde sadece bu kurumların değil, aynı zamanda çağdaşlaşmayı sağlayacak bütün toplumsal yapının değiştirilmesi hedeflenmiştir. Bu nedenle Osmanlının modernleşme paradigmasında devlet teşkilatı büyük ölçüde değiştirilirken, toplumsal yapının korunmasına hassasiyet gösterilmiştir. Cumhuriyet modernleşmesi ise ekonomiden özel ve kamusal yaşama, kentten mimarlığa dek her şeyin yüce bir aklın hesaplanmış eylemleri sonucu, yeniden düzenlendiği, bir ideolojik meşrulaştırma girişimi olarak değerlendirilir. İki binli yıllardan itibaren yeni bir paradigma etkin olmaya başladı. Toplumda görünür olamayan gruplar görünür olmaya başladı. Söz konusu gruplar sadece şehirciliği değil, felsefe ve ideolojiyi, sanatın çeşitli dallarını, politika ve ekonomiyi de etkileyecek kent tasavvur oluşturmaya başladılar. Aynı duygu ve düşünceler mimaride de kendisi hissettirmeye başladı. Yeni inşa edilen mekânlar, söz konusu tasavvur ile inşa edilmek istenir oldu. Rant çeteleşmelerine rağmen “toplum için şehircilik” özne kılınmak istenmiştir. Meydanlar, felsefi boyutunda da olduğu gibi kentsel tasarım boyutunda da, insana verdiği önem nedeniyle kentin potasına dönüşmüştür. Artık batı ve doğu dünyasının uygarlıklarınca oluşan mekanlar kadar bu mekanlara hayat veren insan, fauna ve flora da etkin olmaya başladı. Temel hak ve özgürlükler ve bunların önündeki engeller de mekânlara ruh vermeye başladı. Bu anlamda, kent hafızasında bazı alanlar (Ahmet Bahçıvan İşhanı gibi) birçok protesto ile 27 nisan e-muhtırasına, Urfa sivil toplumlarınca muhtıra verilen mekanlar olmuştur. Söz konusu mekânın adı olmasa da kent hafızasında bir ismi vardır. Eski vilayet alanında yapılan yeni meydan ise Mısır’daki darbeye direnme dönemine denk gelmiştir. Mısır’da yaşananlar toplumsal hafızada ciddi kıvılcımlar çakmıştır. Tepkisizliğiyle bilinen Sünni bir toplumun darbeye direnmesi, İslam düşünce tarihinde bir kırılmadır. Bu kırılma her Müslüman yürekte, evde, kentte ve ülkede büyük bir volkanik patlamaya dönüşmüştür. Bu duygusal patlama, mekânlarda görünür olmayı istemektedir. Rabia adının Urfa’da bir meydana verilme istediği de bu duygusal patlamanın, paradigma değişikliğinin bir sonucudur. İsteklerin bir karşılığı olmalıdır. Talepler karşısında nazlanma veya gerekçeler üretme, paradigma değişimini görmemektir. Toplumsal bellekte meydan, Rabia olarak ifade edilmektedir. Bunu görmek, aynı zamanda Urfa’nın dünyadaki değişimleri ne kadar içselleştirdiğinin de görmektir. Daha dün yapılan Turgut Özal parkı bu isimle anılırken; Fatih Sultan parkı, toplumsal bellekte Kasaptaşı olarak kaydedildiği için park gayri resmi olarak bu adla anılmaktadır. Toplumsal bellek maslahatçı gerekçelerle örtülmemelidir. Kent hafızasının kodları korunmalıdır. Bu anlamda Topçu Meydanı bağımsız bir meydan olarak kalmalıdır. Eski vilayet alanında oluşturulan yeni meydan, Rabia olarak isimlendirilmelidir. Çünkü Rabia adı; toplumun sızlayan vicdanıdır, tepkisiz toplumların tepkisidir, bütünün parçası olduğumuzun bir göstergesidir. Çünkü bu isim, Ortadoğu’nun kalbi olan Urfa’nın Ortadoğu’daki esintilere ne kadar açık olduğunun da bir göstergesidir. Rabia adı aynı zamanda yeni paradigmanın, demokrasinin, insan temel hak ve özgürlüklerin adıdır. Bu açıdan bakıldığında tepkisiz kentlerin, toplumların; itiraz, muhalefet duygularını harekete geçirecek kavramlara ve mekânlara ihtiyacı vardır. Bu nedenle Topçu Meydanı yaşatılırken, Rabia Meydanın da doğumuna fırsat vermek gerekir. Çünkü her doğum yeni bir hayat, yeni bir dünyadır…

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.