banner2
Öne Çıkanlar Eyyübiye Belediyesi Balıklıgöl ABD Dış İşleri Bakanı John Kerry Ürdün Teknik Direktör Cihat Arslan

Cemaat-hükümet savaşının galibi olmaz
“Cemaat” kelimesinin anlamı farklı olsa da son yıllarda anlaşılan tek bir manası var. Cemaatten kastedilen Fethullah Gülen’e gönül bağlılığı olanlardan başkası değil.

Fethullah Gülen cemaatinin, kurulduğu günden bu yana AK Parti’ye destek verdiği bilinir. Başta pek açık etmeden verilen destek, 27 Nisan e-muhtırasının demokrasi mücadelesine dönüşmesi ile birlikte açıktan sürdürüldü.

12 Eylül 2010’daki anayasa değişikliği referandumu ile birlikte bütün kartlar sergilenerek yürütülüdü. Cemaat mensupları, Referanduma iki hafta kala Gülen’in, “Bu iki hafta içinde bugüne kadar yaptığınız çalışmalar kadar daha çalışacaksınız” talimatıyla yeniden büyük bir şevkle işe koyuldular.

Cemaat içinden tepkiler olmasına rağmen benzeri talimat 12 Haziran 2011 seçimlerinde de ulaştırıldı. “Siyasete fazla angaje olunduğu” yolundaki eleştiriler, “Son kez siyasetle bu kadar yoğun ilgilenmiş olacağız” denilerek susturuldu.

Cemaate yakın isimlerden bireysel olarak aday olmak isteyenlerin hemen hepsi listelere konulmayarak çizilmesine rağmen son seçimlerde gayretle çalıştılar.

AK Parti’nin oylarının yükselmesinde Cemaatin katkısını hiç kimse inkar etmiyor.

Bunca yıldan bu yana eğitime ağırlık vermiş ve iş hayatında önemli başarılara imza atmış Cemaate yakın isimler de bu iktidar döneminde önemli görevlere getirildi. Hükümetin kimi zaman desteği, kimi zaman engel olmaması ile gerçekten çok önemli işlere imza attılar.

Zaman zaman görüş ayrılıkları çıktı.

Bu görüş ayrılıkları sorulduğu zaman ben her defasında şunu ifade ettim.

Biri iktidar, öteki cemaat. Birisi siyasi parti öteki sivil toplum kuruluşu. İki tarafın beklentileri farklı, yöntemleri değişik, tabanları aynı değil. Dolayısıyla AK Parti ile Cemaatin birebir örtüşmesi olmaz. Zaten doğru da değil. Hatta farklılıklar tarafların kendilerini daha doğru konumlandırmalarına da yardımcı olur.

Bu minvalde sözler ediyordum. Bunlar benim yürekten inanarak söylediğim şeylerdi.

Sağda solda yazılan “AK Parti-Cemaat sürtüşmesi” yolundaki haberlere de gülüp geçiyordum. Taraflar arasında farklı yaklaşımlar olduğunu bilmeme rağmen bunların bir sorun olmadığına inanıyordum.

Ancak damla damla biriken bu görüş ayrılıkları, zaman içinde kırılması giderek zorlaşan bir kitleye dönüşmüş.

ESAS TEHLİKE ŞİMDİ

Oslo görüşmelerinin basına sızmasından sonra başlayan süreç ise tarafların birbirine olan güvenini sarsmaya başladı.

Özel yetkili savcıların MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve eski yöneticiler Emre Taner ile Afet Güneş’in de aralarında bulunduğu MİT mensupları hakkında ifadeye çağırması adımının atılması ile birlikte taraflar arasında köprüler atılmış durumda.

Üç günden bu yana iki taraftan da önemli isimlerle konuşuyorum. Bugüne kadar hiç görülmemiş bir katı tutum içindeler.

Cemaat tarafının söyledikleri özetle şunlar:

- AK Parti kurulmadan da bu Cemaat vardı.
- AK Parti’nin elini rahatlatan kadroların hemen hepsi bu cemaate yakın isimlerden oluşuyor.
- Ergenekon mücadelesinde verilen savaşın lojistik desteğini bizim arkadaşlarımız sağladı.
- İktidar bir kavramsa bu soyut kavramı, bizim kadrolarımız somuta dönüştürdü.

Hükümet tarafı ise konuya daha farklı yaklaşıyor:

- Cemaatin çalışmaları, hiçbir dönemde olmadığı kadar bizim iktidarımız zamanında destek gördü.
- Cemaatin desteğini yok saymıyoruz, ama onlar her şeyin kendileri olduğunu sanıyor.
- Karşılanmayan bir talepleri olduğunda, hemen verdikleri desteği hatırlatıyorlar.
- İsrail’e One minute demiş, darbe yapmak isteyenlere boyun eğmemiş bir iktidar, üç tane savcıya mı papuç bırakacak.

Kullandığım bu cümleler, tarafların birebir ifadeleri değil. Konuşmalarımdan edindiğim bilgi ve edindiğim izlenimlerle tarafımdan özetlenen ifadeler. Ama anlam olarak aşağı yukarı bu çerçevede özetlenebilecek şeyler.

Dediğim gibi taraflar köprüleri atmış durumda. Öyle anlaşılıyor ki iki taraf da güçlerini sonuna kadar denemek istiyor.

Bu krizin kısa vadede çözüm yolu belli. Kuvvetle muhtemel ki işin yasal tarafı hafta içinde aşılmış olacak.

Lakin taraflar arasında Hakan Fidan olayında ortaya çıkan kırılmanın giderilebilmesi bu yasal adımla çözümlenmiş olmayacak.

Durum, dışarıdan algılandığından ve yansıyandan çok daha vahim bir boyutta. Eğer iki tarafla da yakın diyalogları olan kişiler devreye girip bir ateşkes ilan edilmesini sağlamazsa görünürde bu savaştan Erdoğan tarafı kısa vadede zaferle çıkmış olacak.

Ama korkarım ki Pirus zaferine döner. Kazananın da kaybettiği bir savaş olur.

Gerçek kazanan kim olur derseniz çok net söyleyeyim.

14 Haziran 2007’de su yüzüne çıkan Ergenekon yapılanması tek kazanan taraf olur. Zira her fırsatta söylediğimi bir kez daha tekrarlamak istiyorum.

Ergenekon’a karşı verilen mücadeleyi küçümsemek için söylemiyorum, yapılanmanın büyüklüğünü anlatmak için diyorum. Bugüne kadar verilen savaşta Ergenekon’un sadece operasyonel gücü kırılabildi. Bir miktar da TSK içindeki yapılanmasına el atıldı.

Şu unutulmasın. Ergenekon’un henüz sermaye ayağı, basın uzantısı, siyasi yapılanması ve yargı tarafına henüz el atılmış değil. Hepsi yerli yerinde. Gününü ve fırsatını kolluyorlar.

Eğer taraflar pozisyonunu korumaya devam ederse, 28 Şubat süreci, Ergenekon’un intikamını içine katmış şekilde kaldığı yerden devam edecek.

Birilerinin karşı tarafa geçip söyleyeceği sözü ben sizinle paylaşayım:

“28 Şubat bin yıl sürecek demiştik.”



Ünal TANIK / Rotahaber


Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.