banner2
Öne Çıkanlar Sanlıurfa Urfa URFASPOR Diyarbakır Faruk Çelik

'Biz bir çığır açtık geride kalanlar da o çığırda yürüsünler'

İslami çalışmalarda fedakârlıklarla dolu bir hayat yaşayan Hizbullah Cemaatinin önde gelen ismi Selahaddin Ürük,  İslami camialara yönelik başlatılan sürek avında 5 Eylül 2001’de Adana’nın Yüreğir ilçesinde yapılan baskında katledildi.

Ömrünü İslam’ı tebliğe adayan Selahaddin Ürük’ü, şehadetinin 14’üncü yılında ailesinin dilinden dinledik.

Oğlunun doğumundan sonra evinin bereketlendiğine dikkat çeken Sultan Ana, Ürük’ün küçük yaşlardayken İslamî hassasiyete sahip olduğunu belirterek, “Oğlum doğmadan önce Peygamber Efendimizi rüyamda gördüm, sırtımı sıvazlayıp bana dua ediyordu. Doğumuyla eve bereket ve şeref getirdi. Küçük yaşta Kur'an'ı okumayı öğrenip, evde Kur'an dersi vermeye başladı. Daha küçük olmasına rağmen bize cemaatle namaz kıldırıyordu.” dedi.

Ürük’ün gençlik yıllarında dürüst ve cesaretli biri olduğundan dolayı her zaman başlarının dik olduğunu belirten Sultan Ana, böyle bir evladı kaybetmenin Hz. Yakub'un Yusuf'u kaybetmesi kadar acı olduğunu söyledi.

Evladını kaybetmenin acısını iliklerine kadar yaşayan Sultan Ana, zorlanarak anlattığı oğlu Selahaddin ’e son olarak teneşir tahtası üzerinde baktığını ve ona baktığında adeta yüzünün gülümsediğini belirterek, “Allah bize bu acıyı yaşatanlara hakkımızı bırakmasın.” diyerek oğlunu katledenleri Allah’a havale etti.

Eşi Elif Hanım’ın dilinden Selahaddin Ürük…

Selahaddin Ürük’le 1984 yılının başlarında nişanlandıklarını belirten eşi Elif Ürük ise İslamî yaşamın ilk adımını onunla tanıştıktan sonra attığını söyledi.

Nişanlılık döneminde Ürük’ün kendisini yavaş yavaş İslami hayata alıştırmaya çalıştırdığına dikkat çeken Elif Hanım, “İlk istediği şey, namaz hassasiyetiydi. Namaza başladığımda bana getirdiği hediye ile hem sevindirmiş hem de teşvik etmişti. Evliliğimizin şartları fedakârlık üzerine kuruldu. Onun üzerinde en çok durduğu noktalar; İslamî hizmet ve misafir kabulüydü. Onun şahsında İslam'ın güzellikleriyle tanıştım. Öylesine mükemmel bir kimliğe sahipti ki, İslam'ı ondan dinleyip de kabul etmemek mümkün değildi. İslam'ı tatlı diliyle anlatarak ve yaşayarak insanlara kabul ettirme yeteneğine sahipti.” dedi.

Eşinin yıllarca hicret hayatı yaşadığını, bu yüzden de onu çok az gördüğünü belirten Elif Hanım, Ürük’ün çocuklarını, evini, anne-babasını, makam ve mevkiini, en nihayetinde da canını karşılıksız olarak Allah için feda ettiğini söyleyerek, dikkat çekici bir anısını hatırlattı: “Sürekli şöyle derdi: Allah'ın davası için olmasaydı her şey bir yana, asla çocuklarımı geride bırakmaz, onlardan ayrılmazdım.”

“Bu zamanda evde oturmak haramdır”

Zorluklara hazırlanması konusunda eşinin kendisine uyarılar yaptığını belirtilen Elif Hanım, “Bana sık sık ‘bu zamanda evde oturmak haramdır’ derdi. Bazen yoğun çalışmalarından sonra eve geldiğinde o kadar yorgun olurdu ki, kendisine yemek getirilinceye kadar oturduğu yerde uyuya kalırdı. Bazen gece yarısına kadar çalışırdı. Bize Arapça dersi verirdi. Sabah namazından sonra Arapça Kur'an tefsirini Türkçeye çevirerek bize öğretirdi. Bize, ‘şimdi yatma zamanı değil çok az zamanımız var, bu imkânlar yarın elimize geçmeyebilir’ diyerek tembelliğe asla razı olmazdı.” şeklinde konuştu.

‘Tesettüre ve zamana önem verirdi’

Selahaddin Ürük’ün, kadınların ve kızların eğitimi konusunda azami gayret sarf ettiğine dikkat çeken Elif Hanım, sözlerine şöyle devam etti: “Çok hassas olduğu noktalardan biri de kadınların ve kızların tesettürüydü. Kız çocuklarımız küçük olmalarına rağmen onların açık kıyafetler giymelerine asla izin vermezdi. Evin içinde dahi kıyafetlerin özellikle bol ve tam tesettürlü olmasını ister, aksi takdirde çok kızardı. En çok sinirlendiği noktalar, kadınların dar giyinmesi ve seslerinin erkeklere gitmesiydi. En çok karşı olduğu şeylerden biri de israftı. İki çeşit yemek yaptığımızda kızar ve bir çeşit yemek yapmamızı isterdi. Zaman israfı noktasında da çok hassastı. Fazla uyku, gereksiz ev işleri, uğraştırıcı yemekler konusunda bizi uyarırdı.”

‘Biz bir çığır açtık geride kalanlar da o çığırda yürüsünler’

Mükemmel bir eş ve evlatları için mükemmel bir babaya sahip olduğunu belirten Elif Hanım, Selahaddin Ürük’ün şehadetinden iki gün önce hayatını baştan sona kendilerine anlattığını söyleyerek, “Eşim bana, ‘16 yıldır evliyiz, bu zaman yeter de artar bile, artık ben şehadeti hak ettim’ dedi. Ben de ‘Bizi bırak da ümmetin senin gibilere ihtiyacı var’ dedim. O da ‘Biz bir çığır açtık geride kalanlar da o çığırda yürüsünler.’ Allah'tan tek dileğim, O'nun açtığı çığırda yürümek ve bu yola feda olmaktır.” dedi.

Kızı Sümeyye’nin dilinden Selahaddin Ürük…

Bölgedeki İslami çalışmaların ilk tohumlarının ziyaretler ile atıldığına dikkat çeken Selahaddin Ürük’ün kızı Sümeyye ise İslamî çalışmanın öncülerinin köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir dolaşarak müspet gördükleri insanlara ulaştıklarını hatırlatarak şunları ifade etti:  “1983 yılının sonlarına doğru Mazıdağı'nda babam ile görüşülür. Babam, tanıştığı insanları Allah'ın bir nimeti görerek onlara eşlik eder. Etibank Fosfat İşletmeleri'nde muhasebe şefi olarak çalışan babam, Mazıdağı'nın değer verilen insanlarından biri olup mal, makam ve mevki sahibiydi. İslami davayla bağını kurar kurmaz bütün zamanını bu hizmetlere verir.”

‘İslami şahsiyetiyle örnek bir insandı’

Babasının İslamî yaşantısı ve güzel ahlakıyla sevilen bir insan olduğunu, gençlerle sık sık bir araya geldiğini belirten Sümeyye Ürük, “Babam, gençlik yıllarında bile ailesi içinde sözü dinlenen, saygı duyulan biriydi. Aile büyüklerinin oturduğu meclislerde babasının yanında otururdu. Babası ve amcaları kendisine danışır, fikirlerinden istifade ederlerdi. Babam çalışmalarını lise öğrencileri üzerinde yoğunlaştırır. Onlarla düzenli ve programlı çalışmalar yapardı. Haftanın bir gününde onları evinde ağırlayarak sohbet ederdi. Bir hafta boyunca okudukları kitaplar hakkında onlardan bilgi alırdı. Onlara da tebliğ çalışmaları yapmalarını öğütler ve her hafta yaptıkları çalışmalar hakkında bilgi edinirdi. Evinde gençleri ağırlaması ve onlara saygı göstermesi, anne ve babasının dikkatini çeker, ‘Oğlum! Şu çocuklardan ne istiyorsun? Yaşıtlarınla, kendin gibi mevki sahibi olanlarla gezsen daha iyi olmaz mı?’ sorusuna muhatap olurdu. Yıllar sonra babasına o küçük çocukları göstererek ‘Bak baba! Çocuk dediklerin bugün kocaman adamlar oldular’ diyerek, çalışmasının semeresini babasına anlatmaya çalışırdı.” dedi.

Mazıdağı’ndan ayrılarak Diyarbakır’a yerleşir…

Babasının İslam'ın daha geniş alanlara yayılması gerektiğine inandığı için Mazıdağı'ndan ayrılmak istediğini söyleyen Sümeyye Ürük,  sözlerine şöyle devam etti: “Bu ayrılışını kendisi şöyle anlatır:  ‘Etibank, Fosfat Tesisleri çalışanları için konutlar inşa etmiştir. Her çalışana bir dubleks daire verilmek üzere taksimat yapılmıştır. Bir gün ben ve bir arkadaşım taksi ile bu konutların önünden geçerken kendisine daireleri gösterip ‘Sitenin kapısında güvenlik var. Beni düşündüren, arkadaşlar geldikleri zaman bu güvenliğin sorun olabileceğidir’ demem üzerine arkadaşım, ‘Sen burada oturacağını mı sanıyorsun?' deyince işten ayrılmam gerektiğini anladım ve 1988 yılında istifa ettim.’ Daha sonra ailesini Mazıdağı'nda bırakarak Diyarbakır'a yerleşir. Burada bir muhasebe bürosu açar. Bu büro yıllarca İslami hizmetlerin yürütüldüğü merkezi bir yer olur.”

Cezaevi süreci…

Babasının hayatını İslamî hizmetlere adadığını vurgulayan Sümeyye Ürük, “Hayatını İslami hizmetlere adayan babam, Ağustos 1992 yılında gözaltına alınır. Atılı suçları kabul etmediğinden ağır işkencelerden geçirilir. Direnişiyle herkesi kendisine hayran bırakır. Nihayet çıkarıldığı mahkemece tutuklanıp Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevine gönderilir. Artık cezaevi süreci başlar. Yedi arkadaşı ile beraber aynı koğuşta kalır. Arkadaşları arasında görev taksimi yaparak işe başlar. Bir arkadaşı imam, bir diğeri müezzin, diğer birini TV'den sorumlu yapar. Böylece her bir işe bir arkadaşını sorumlu tutar. Siyer, Risale-i Nur ve İslam Tarihi gibi kitapları temin eder ve ders halkası oluşturarak eğitim faaliyetlerine başlar.” şeklinde konuştu.

Babasının kardeşi Osman’ın, ağabeyini ziyaret etmek için cezaevine giderken yolda hayatını kaybettiğini hatırlatan Sümeyye Ürük, “Cezaevine girdikten kısa bir süre sonra ziyaretine gelen kardeşi Osman'ın kullandığı araç kaza yapar. Annesi ve babası yaralanırken kardeşi Osman vefat eder. Yine bu dönemde Mazıdağı'nda yıllarca beraber hizmetler yapmış arkadaşı Abdulvahap Yersiz Hoca şehit olur. On ay sonra tahliye olur. 1994 yılında mahkeme sonuçlanır, gıyabi tutuklama kararı çıkar. Ancak kendisi ortalıktan çekilir. Farklı şehirlerde yaşamaya başlar. İslami hizmetlerini gittiği şehirlerde de sürdürür.” diyerek babasının İslamî çalışmalara hiç ara vermediğini belirtti. (M. Sıddık Bilge – İLKHA)

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.