banner2
Öne Çıkanlar Eyyübiye Belediyesi Balıklıgöl ABD Dış İşleri Bakanı John Kerry Ürdün Teknik Direktör Cihat Arslan

Arz-ı Mev'ud nedir ne demektir? (2)

“Hivliler'i, Kenanlılar'ı, Hititler'i önünüzden kovmaları için önünüz sıra eşekarısı göndereceğim. Ama onları bir yıl içinde kovmayacağım. Yoksa ülke viran olur, yabanıl hayvanlar çoğaldıkça çoğalır, sayıları sizi aşar.Siz çoğalıncaya, toprağı yurt edininceye dek onları azar azar kovacağım. "Sınırlarınızı Kızıldeniz'den Filist Denizi'ne, çölden Fırat Irmağı'na kadar genişleteceğim. Ülke halkını elinize teslim edeceğim. Onları önünüzden kovacaksınız. Onlarla ya da ilahlarıyla antlaşma yapmayacaksınız. Onları ülkenizde barındırmayacaksınız. Yoksa bana karşı günah işlemenize neden olurlar. İlahlarına taparsanız, size tuzak olur."[63]
Tevrat metinlerinde, fethedilen “Kenan” topraklarındaki insanlar katledilecekler mi, geçici barındırılacaklar mı, yoksa köle olarak yaşamlarına yeni statüleri ile devam mı edecekler belli değildir. “Kenan” uluslarına yapılacak uygulamalar hakkında yukarda alıntıladığımız karma karışık Tevrat anlatımları, çelişkili ifadeleri müteselsilin devam etmektedir.
Bir başka çelişki ise Yehova’nın “Arz-ı Mev’ud”da yerleşik kavimleri katletme emrine rağmen Gibeon ahalisinin dolambaçlı bir şekilde sağ bırakılması anlatımıdır. Olay şöyle gerçekleşmiştir; Gibeon halkı ise Yeşu'nun Eriha ve Ay kentlerine yaptıklarını duyunca hileye başvurdu. Kendilerine elçi süsü vererek eşeklerinin sırtına yıpranmış heybeler, eski, yırtık ve yamalı şarap tulumları yüklediler. Ayaklarında yıpranmış, yamalı çarıklar, sırtlarında da eski püskü giysiler vardı. Azık torbalarındaki bütün ekmekler kurumuş, küflenmişti. Adamlar Gilgal'daki ordugâha, Yeşu'nun yanına gittiler. Ona ve İsrail halkına, "Uzak bir ülkeden geldik" dediler, "Bizimle bir barış antlaşması yapmanızı istiyoruz."[64]
Peygamber Yeşu ve İsrail oğullarını, “Kenan” topraklarından uzakta oturdukları şeklinde kandıran Gibeon ahalisi temsilcileri, Yeşu peygamberden anlaşma sözü alarak geri dönerler. Bu durum Tevrat’ta şöyle anlatılmaktadır: “İsrailliler, Rab'be danışmadan, Gibeonlular'ın sunduğu yiyecekleri aldılar. Yeşu da onları sağ bırakacağına söz verip onlarla bir barış antlaşması yaptı. Topluluğun önderleri de antlaşmaya bağlı kalacaklarına ant içtiler.”[65]
Daha sonra olayın iç yüzü anlaşılmasına kandırılmalarına rağmen Gibeon’lulara verdikleri anlaşma sözünden dönmedikleri anlaşılmaktadır. “Ne var ki, antlaşmadan üç gün sonra Gibeonlular'ın yakında, komşu topraklarda yaşadıklarını öğrendiler. Ancak İsrailliler bunlara dokunmadılar. Çünkü topluluğun önderleri, İsrail'in Tanrısı RAB adına ant içmişlerdi. Bu yüzden topluluk önderlere karşı söylenmeye başladı. Önderler ise, "Biz İsrail'in Tanrısı RAB adına ant içtik; bu yüzden onlara el süremeyiz" diye karşılık verdiler, "Ant içtiğimiz için onları sağ bırakacağız; yoksa Tanrı'nın gazabına uğrarız." Sonra halka, "Onları sağ bırakalım" dediler. "Ama bütün topluluk için odun kesip su çekmekle görevlendirilsinler." Böylece önderler vermiş oldukları sözü tuttular. Ardından Yeşu Givonlular'ı çağırıp, "Yakınımızda yaşadığınız halde neden çok uzaktan geldiğinizi söyleyip bizi aldattınız?" dedi, "Bunun için artık lanetlisiniz. Hep köle kalacaksınız. Tanrı’nın Tapınağı için odun kesip su çekeceksiniz."[66]
Kıssadan anlaşıldığı gibi Gibeon’lular Peygamber Yeşu’yu ve İsrail oğullarını aldatmalarına rağmen Yehova adına söz verdikleri bahanesi ile onları katletmezler, köle olarak sağ bırakırlar. Bu noktada iç içe çelişkiler görülmektedir. Yehova’nın kesin katletme emrine rağmen Gibeonluları sağ bırakmalarına üç sebep göstermektedirler. Birincisi onların “Kenan”a uzak oturduklarını sanmaları, ikincisi Yehova adına söz vermeleri, üçüncüsü mabede odun taşıma dolayısıyla köle olarak cezalandırmalarıdır.  
Oysa üç sebepte de Yehova’nın asli emrine aykırı kararlar vermektedirler. Birincisi Gibeon ahalisinin durumunun Yehova’ya sorularak onlar hakkında doğru karar vermemişlerdir, ikincisi Yehova adına söz vermeleri, Gibeon’luların hilelerine kanarak olduğu için geçersiz addedilmesi gerektiği halde buna rağmen Gibeon’lularla yapılan anlaşmaya sahih işlemi yapılması ve üçüncü olarak kendilerini aldatan bu Gibeon ahalisine, Yehova’nın mutlak katl emrini uygulamamalarıdır.
Oysa Gibeon’luların bu hareketi Yehova, peygamber Yeşu ve İsrail oğullarını açıkça kandırmadır. Bu olayın tevil edilecek yönü olmadığı halde anlaşılıyor ki, insani tahrifat unsuru böyle bir yolla serbest bırakılan Gibeon’luların katledilmemesi vakıasını geçiştirmektedir.
Oysa bu olay tevhidi açıdan okunduğunda şöyle gerçekleşmiş olmalıdır; Putperest “Kenan” kavmi Gibeon’lular Yeşu peygamber ve İsrail oğullarının gücünü anlayınca onlarla anlaşma için görüşmüşler, Yeşu peygambere tâbi olacaklarını beyan etmişlerdir. Bunun üzerine Yeşu peygamber onlarla savaşmayarak Gibeon şehri yakınında kurulan bir mabedin bakımını onların üslenmesini istemiştir.
Tevrat’ta yer alan “Kenan” topraklarındaki savaşlarla ilgili çelişkili ve karmaşık anlatımlarından şu anlaşılmaktadır; demek ki Yeşu kitabı genelinde anlatılan katliamlar yapılmamış, demek ki, Tevrat’ın sahih, asıl nüshasında “Kenan” da savaşlarda, alakalı alakasız herkesi katledin diye bir emir yok!...
Peki ne var!... İsrail oğulları ile savaşanlar mağlup edilmiş, teslim olanlar sağ bırakılarak –köle, cariye, ganimet- hâkimiyet altına alınmıştır. Ele geçirilen “Kenan” topraklarındaki İsrail oğulları askerleri ile savaşan yerli ahalinin askerleri haricinde hayatta kalan putperest ahali ile ilişkilerde İsrail oğullarının dikkatli olması ve onların put ve ilahlarına meyledilmemesi ikazı yapılmıştır. Bu yorum doğru olan yani tahrifat görmeyen Tevrat duruşunu yansıtmaktadır.
Nitekim Yeşu kitabından sonraki kitaplarda Yeşu sonrası diğer Krallar zamanında ele geçirilen “Kenan” topraklarındaki halkın “angaryacı” yani köle olarak tahsis edildiğini, hatta bu kavimlerin kadınları –cariyeler- ile evlenildiğini ki, Hz. Davud’un ve Süleyman’ın(a.s) evliliklerinden bazıların bu kavimlere ait kadınlarla olduğu anlatılmaktadır. “Davut Hebron'dan (El-Halil) ayrıldıktan sonra Yeruşalim'de (Kudüs) kendine daha birçok cariye ve karı aldı. Davut'un erkek ve kız çocukları oldu.”[67] “Kral Süleyman firavunun kızının yanı sıra Moavlı, Ammonlu, Edomlu, Saydalı ve Hititli birçok yabancı kadın sevdi. Bu kadınlar Rab'bin İsrail halkına, "Ne siz onların arasına girin, ne de onlar sizin aranıza girsinler; çünkü onlar kesinlikle sizi kendi ilahlarının ardınca yürümek üzere saptıracaklardır" dediği uluslardandı. Buna karşın, Süleyman onlara sevgiyle bağlandı. Süleyman'ın kral kızlarından yedi yüz karısı ve üç yüz cariyesi vardı. Karıları onu, yolundan saptırdılar.”[68]
Yine Tevrat kitaplarından olan ve “Arz-ı Mev’ud”un ele geçirilmesini anlatan Yeşu kitabından sonra gelen Hâkimler kitabında, Yeşu kitabında anlatılan katliamların tamamen zıddı bir olgu yaşanmaktadır ki, bu da aslında Tevrat’ta yer alan “Kenan” topraklarındaki katliam anlatımlarının gerçek olmadığını, tahrifat anlatımları olduğunu bize izhar etmektedir. “Böylece İsrailliler Kenan, Hitit, Amor, Periz, Hiv ve Yevuslular'ın arasında yaşadılar. Onlardan kız aldılar, kızlarını onların oğullarına verdiler ve onların ilahlarına tapındılar.”[69]
Esasen Tevrat’ın muharref olmayan yönü ortaya çıkarıldığında Kur’an ve Tevrat’ın aynı doğrultuda inmiş olduğu Tevrat’ın sahih nüshası ile Kur’an’ın çelişen hiçbir tarafı olmadığı görülecektir. Dolayısıyla Tevrat’ın muharref hale gelmesi İncil’in inmesini gerektirmiş, onun da tahrifata uğraması Kur’an’ın nüzulü ile sonuçlanan bir sureci ortaya çıkarmıştır.
Bundan dolayı İslam üzere olan ki; Yeşu ve ona uyan İsrail oğulları İslam dini üzere Müslüman kimselerdi; böyle katliamlara tevessül etmesi, Âdem’den itibaren İslam tarihi incelendiğinde de sarih olarak görülebileceği gibi, mümkün değildir. Hele ki, İslam dinin Allah’ının suçsuz insanların öldürülmesini - aman dilesin veya dilemesin, savaşa girmeyen erkekleri, kadın, çoluk çocuk, yaşlı, genç insanların- emretsin. Bunlar bir kenara zavallı hayvanların katledilmesini, ele geçirilen malların yakılıp yıkılmasını emretmesi mümkün değildir. Allah’ın sıfatları böyle zalimliklere insanlık tarihi boyunca müsaade etmemiştir. Bunun için Kur’an kıssalarında anlatılan hükümdarlar ve Hz. Muhammed dâhil savaş emirlerinin incelenmesi yeterli delildir kanaatindeyiz.
Kur’an’da yer alan bazı savaş ayetlerinden misaller verelim: “Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırıları sevmez. Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram'da onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa siz de onları öldürün. İşte kâfirlerin cezası böyledir. Eğer onlar (savaştan) vazgeçerlerse, (şunu iyi bilin ki) Allah gafûr ve rahîmdir. Fitne tamamen yok edilinceye ve din (kulluk) de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur.”[70]
“Ancak kendileriyle aranızda antlaşma bulunan bir topluma sığınanlar yahut ne sizinle ne de kendi toplumlarıyla savaşmak (istemediklerin) den yürekleri sıkılarak size gelenler müstesna. Allah dileseydi onları başınıza belâ ederdi de sizinle savaşırlardı. Artık onlar sizi bırakıp bir tarafa çekilir de sizinle savaşmazlar ve size barış teklif ederlerse bu durumda Allah size, onların aleyhinde bir yola girme hakkı vermemiştir.”[71]
“Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah'a tevekkül et, çünkü O işitendir, bilendir.”[72]
“Ve eğer müşriklerden biri senden aman dilerse, Allah'ın kelâmını işitip dinleyinceye kadar ona aman ver, sonra (müslüman olmazsa) onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır. İşte bu (müsamaha), onların, bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır.”[73]
Diğer bir örneklik ise “Kenan”ın ilk sahibi olan ataları İbrahim ve onun soyundan olan diğer peygamberlerin böyle bir vahşet yapmadıklarıdır. Çünkü onlar da İslam üzere aynı ilkeler doğrultusunda vazife yapan resullerdir. Aykırı bir tarz ortaya koymaları mümkün değildir. Tevrat’ta var olan zıtlıklara ait mevcut durum onun tahrifata uğramasından dolayıdır.
Fransız asıllı Müslüman düşünür Roger Garaudy’nin, “İsrail Mitler ve Terör” adlı kitabında; Yeşu kitabında yer alan katliamlara ait Tevrat anlatımlarının Tarihi, arkeolojik açılardan doğru olmadığına dair araştırmaların alıntılarına yer verilmektedir.[74] Bu konuda modern bilimin imkânlarından yararlanılarak ortaya konan delilleri öğrenmek ve incelemek isteyenler için yardımcı olacağı kanaatindeyiz.
 
Kur’an’ı Kerim ve vaat edilmiş topraklar “Arz-ı Mev’ud”:
 
Kur’an’ı Kerim’de de vaat edilmiş topraklar hususunda Tevrat ile paralel bilgilere rastlamaktayız. Kur’an, İsrail oğulları ve vaat edilmiş toprak “Arz-ı Mev’ud”  ilişkisini doğrulamaktadır. “Em yahsudûnen nâse alâ mâ âtâhumullâhu min fadlıh, fe kad âteynâ âle ibrâhîmel kitâbe vel hikmete ve âteynâhum mulken azîm┠“İbrahim soyuna Kitab'ı ve hikmeti verdik ve onlara büyük bir mülk (mülken azime) bahşettik.”[75]   “Yâ kavmidhulûl ardal mukaddesetelletî keteballâhu lekum ve lâ terteddû alâ edbârikum fe tenkalibû hâsirîn” “Ey kavmim! Allah'ın size yazdığı “mukaddes toprağa” (El’Ard-el’ Mukaddes) girin ve arkanıza dönmeyin, yoksa kaybederek dönmüş olursunuz.”[76]
Kur’an, Tevrat’tan farklı olarak, İsrail oğullarının yerleştikleri ve Tevrat’ın “Arz-ı Mev’ud” olarak nitelediği “Kenan” topraklarına, “El’Ard-el’ Mukaddes” demektedir. Mukatil b. Süleyman bu hususta şu beyanda bulunmaktadır: “El- Arz ile hassaten Şam’daki Arz-ı Mukaddes kastedilmiştir; şu ayette olduğu gibi: “Ve o zaafa uğratılmış kavmi, vâris kıldık arzın (yani, Ürdün, Filistin’in) doğularına…” diyerek Mukaddes beldeyi Şam, Ürdün ve Filistin arasındaki topraklar olarak tarif etmektedir.[77] Maide suresinde geçen “El’Ard-el’ Mukaddes” hakkında Ragıb el-Isfahani, Müfredatında, şunları kaydetmektedir: Beyt-i Mukaddes; necasetten, yani şirkten temizlenen ev. El’Ard-el’ Mukaddes /Kutsal toprak sözü de böyledir.
Yani Kur’an, Tevrat’ın “Arz-ı Mev’ud” olarak nitelediği toprakları; “şirkten temizlenmiş topraklar” (El’Ard-el’ Mukaddes) olarak nitelendirmektedir. Nasıl ki Hz. İbrahim Kenan topraklarına yerleşerek oranın Tevhid egemenliğine girmesini sağlamışsa Hz. Musa sonrası Yeşu peygamber döneminde de “Kenan”ın ele geçirilip Tevhid’in egemen kılınması ile Hz. Yakup’tan sonra şirkin egemen olduğu “Kenan” toprakları yeniden tevhidin egemenliğine girmiştir.
Yeşu peygamber sonrası Talut, Hz.Davud ve Hz. Süleyman dönemlerinde de tevhidin egemen olduğu topraklar. Daha sonrasında şirke bulanarak zaman zaman gelen resuller yoluyla şirkten arındırılmaya çalışılmıştır.
Kur’an, vaat edilmiş toprakları, bereketli topraklar olarak da tanımlamaktadır. “Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm'dan, (barekna havlehu) çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir..”[78]   “Biz, onu ve Lût'u kurtararak, içinde cümle âleme bereketler (barekna fiha) verdiğimiz ülkeye(yani, Arz-ı Mukaddes’e)[79]ulaştırdık.”[80]    “Hor görülüp ezilmekte olan o kavmi (yahudileri) de, içini bereketle (barekna fiha) doldurduğumuz yerin doğu taraflarına ve batı taraflarına mirasçı kıldık.”[81]
Müfessirler bu ayetlerde geçen ”barekna”  bereket’in manasının; o bölgede çıkan resullerden ve yaşadıkları tevhidi dönemlerin hatırasından ileri geldiğini belirtmektedirler. Bilindiği gibi tüm azim peygamberler ve onların soyları bu topraklar içi ve çevresinde yer alan bölgede yaşamışlar ve tevhidi mücadeleler vermişlerdir.  “Andolsun biz İsrailoğullarını güzel bir yurda yerleştirdik ve onlara temiz nimetlerden rızık verdik.”[82]
Anlaşıldığı gibi Kur’an, İsrail oğulları ve “Arz-ı Mev’ud” ilişkisini, kuru toprak anlayışı olarak değil, inanç ve onun değerlerinin uygulandığı topraklar bazında görmektedir. Kur’an, İsrail oğullarının, Allah’a ve resulüne karşı gelmelerinden misaller vererek, vaat edilmiş toprakların, yalnızca Allah’a ve resulüne itaat edenlere müstahak olduğu vurgusunu yapmaktadır. Kur’an yeryüzüne Allah’ın iradesini hâkim kılanların egemen olabileceklerini belirttiği ayetlerde Yahudilerin; ırkçı, dini/millî “Arz-ı Mev’ud” anlayışına zımnen karşı çıkmaktadır. “Andolsun Zikir'den(Tevrat) sonra Zebur'da da: "Yeryüzüne Salih kullarım vâris olacaktır" diye yazmıştık.” [83]  “Bir zamanlar Rabbi İbrahim'i bir takım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara önder yapacağım, demişti. "Soyumdan da (önderler yap, yâ Rabbi!)" dedi. Allah: Ahdim zalimlere ermez (onlar için söz vermem) buyurdu.”[84]
Kur’an’ı Kerim, “Arz-ı Mev’ud”un tarihçesi, mahiyeti ve sınırları üzerinde hiç durmamıştır. Bu kavramı “şirkten temizlenmiş topraklar” (El’Ard-el’ Mukaddes) olarak tebdil ederek, geçmişte İsrail oğullarına verilen bu nimeti İsrail oğullarının değerlendiremediklerini; düştükleri şirk batağı yüzünden, kendilerini tevhide davet eden peygamberleri reddetmek ve onları katletmek gibi birçok kötü fiili uyguladıklarına dikkat çekmiştir.
Kur’an geçmişte kalmış “Arz-ı Mev’ud” inancını indiği dönemin iman-küfür mücadelesine örneklik yaparak Küfür tarafında olan Yahudileri uyarmıştır. Yine Kur’an, Yahudilere vaat edilmiş toprağa dönüş veya başka hedefler sunmamış; Kur’an’a tâbi olmalarının kendilerine sunulan yeterli bir nimet olarak görmüştür.
Kur’an’ın “Arz-ı Mev’ud/ El’Ard-el’ Mukaddes”ten bahsetmesi “Arz-ı Mev’ud”u yeniden kutsamak ve İsrail oğullarının yeniden o bölgenin sahibi olduğunu tescil etmek gayesiyle olmamıştır. Eğer böyle bir durum olmuş olsa idi; Yahudilere seslenerek, İslam olun, Hz. Muhammed’e tabi olun ve gelen vahye uyun, Allah sizi “Arz-ı Mev’ud”a ya da “El’Ard-el’ Mukaddes”e koysun diye belirtirdi.
Nitekim Kur’an ve Sünnet de böyle bir “tescil” anlayış egemen olmuş olsaydı, İslam’ın yayılış sürecine bakıldığında Hz. Muhammed sonrası fetihlerde elde geçirilen “Kenan” toprakları Sahabe tarafından tekrar Yahudilere tahsis olunurdu.
Tüm bu gerçekler ışığında diyebiliriz ki, Kuran’da “El’Ard-el’ Mukaddes / Arz-ı Mev’ud” mefhumu sadece dönemin Yahudilerinin; Tevrat ve İncil’in devamı olan Kur’an’a karşı tutumlarını değiştirmek için verilmiş bir örneklikten öteye gitmemiştir.
 
Sonuç:
 
Tevrat’ta vaat edilmiş topraklara sahip olmanın şartı olan, Allah’a itaatin; yani “Tevrat kavramı olarak “ahit” Kur’an kavramı olarak “tevhid”in asıl temelinden kaydırıldığı gözlemlenmektedir. Hz. Musa’dan sonrası Yahudi din oluşum süreci; “Kenan”a sahip olmanın şartını Musa/Davud/Süleyman (a.s) sonrası, Allah’a iman etsin etmesin, İsrail oğulları ırkına, sonsuza kadar teşmil ederek vaat edilmiş toprakların sahiplik şartını tevhid boyutundan ırkî/millî “etnisite” boyutuna indirgemiştir. Bu durum Tevrat metni içersindeki muharref yapılanmanın bir ürünü şirk anlayışı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hz. Süleyman döneminin sona ermesi ile birlikte bilhassa Babil sürgünleri dönemi etkisiyle “Arz-ı Mev’ud” kavramı sadece etnik/dini yapılanma olan Yahudiliğin ayakta kalma argümanı haline gelmiştir.
Tevrat’taki “Arz-ı Mev’ud” kavramını, dünyanın diğer yerlerinden istisna edilmiş güzellikleri olan ayrı bir toprak parçasının kutsanmasını olarak değil, tevhide dayalı yaşanabilecek özelliği olan bir toprak parçası olarak kabul etmek gerekmektedir. Hz. İbrahim bunun için şirk topraklarından hicret ederek vaat edilen topraklarda iskân olmuş tevhidi yaşam sürmüş ve o topraklara tevhidi egemen kılmıştır. Hz. İsmail ve Hacer Mekke topraklarına Tevhidi gayeler için yerleştirilmişlerdir.
Allah, Kur’an’ı Kerim’de “vaat edilmiş topraklar/Arz-ı Mev’ud” kavramının içeriğini, muharref halden aslî konumuna getirmektedir. Bu yüzden, Kur’an’ı Kerim’de anlatılan İbrahim kıssasında Hz. İbrahim’in tevhid mücadelesinin, detaylarını vererek, oradaki mücadele sonrası uğradığı vatanından sürgünün karşılığının; vaat edilmiş topraklar” ile ödüllendirdiğini bildirmektedir. Ondan sonra Mısır “çıkış”ı vatansız kalan, Musa(a.s) dönemi İsrail oğullarına vatan olarak, tabii ki, Allah’a itaat şartı ile verilmiş olduğu gerçeğinin altını çizmektedir. Kur’an bu yüzden vaat edilmiş topraklara, “şirkten temizlenmiş topraklar” (El’Ard-el’ Mukaddes) demektedir.
Hz. Muhammed’in(a.s) resullüğü ve Kur’an’ın inzali ile birlikte tüm yeryüzü “El’Ard-el’ Mukaddes /Arz-ı Mev’ud” olarak etnik ayrım yapılmadan tüm Müslümanlara vaat edilmiştir. Allah’ın dinini yani tevhidi tüm yeryüzüne egemen kılanlara, tüm tevhid hâkim kılınan yerler “Arz- Mev’ud” haline gelmiştir.
Dolayısıyla Hz. Muhammed’in getirdiği son vahy ile birlikte o dönemin Yahudilerinin yapacağı tek şey vardı, Müslüman olmak ve ırka dayalı dini/millî şirk değerlerinden soyunarak tevhidin egemenliğine girmek ve “Global İslamileşmek”…
Nitekim Hz. Muhammed’in resullüğü ile birlikte Müslüman olanlar, Yahudilik inançlarına dayalı etnik kimliklerini İslam potasında yitirmişlerdir. Böylece Kur’an’ın nazil olması ile birlikte, geçmiş Muharref Yahudilik/Sabiîlik/Hıristiyanlık din ve anlayışlarının muharref yapıları kadük olmuştur. İslam’ın gelişinden itibaren ve bu gün ve gelecekte Müslümanların “Arz-ı Mev’ud” diye bir sorun veya ideali olmamıştır/olmayacaktır.
Hz. Muhammed’e tâbi, Kur’an’ı rehber edinenler için tüm yeryüzü “Arz-ı Mev’ud”dur. Müslümanların görevi tüm yeryüzünde geçmişte “Kenan”da; Musa / Yuşa / Talût / Davud / Süleyman’ın (a.s) Tevhid’i egemen kıldığı gibi şimdi ve kıyamete kadar tüm yeryüzüne tevhidi hâkim kılarak dünyayı “Arz-ı Mev’ud / El’Ard-el’ Mukaddes” hale getirmektir.



Cengiz Duman
Araştırmacı-Yazar


Dipnotlar:
[1] Tevrat;Tekvin,15/7
[2] Bakınız: Tevrat; Tekvin,12/6-10
[3] 37/Saffat/99-100
[4] Tevrat;Tesniye,15/2
[5] Tevrat;Tekvin,12/6
[6] Tevrat;Tekvin,12
[7] Tevrat;Tekvin,9/18
[8] Tevrat;Tekvin,9/20-22
[9] Tevrat;Tekvin,9/25-27
[10] Tevrat;Tekvin,10/19-20
[11] Tevrat;Tekvin,12/7
[12] Tevrat;Tekvin,12/1-3
[13] Tevrat;Tekvin,15/18-21
[14] Tevrat;Tesniye,11/24
[15] Tevrat;Sayılar,Bab34/1-13.
[16] Tevrat;Çıkış,Bab3/8.
[17] Tevrat;Çıkış,Bab3/17.
[18] Tevrat;Sayılar,Bab14/7.
[19] Tevrat; Tesniye,31/20.
[20] Tevrat;Yeremya,Bab11/5.
[21] Tevrat;Hezekiel,Bab20/6 ; Hezekiel,Bab20/15.
[22] Tevrat;I.Samuel,Bab14/24-27.
[23] Tevrat;Tekvin,26/2-3
[24] Tevrat;Tekvin,35/10-12; Tevrat;Çıkış6/8
[25] Tevrat;Tekvin,45/10-11
[26] Tevrat;Tekvin,15/13-16
[27] Tevrat;Çıkış,12/40-41
[28] Tevrat;Tekvin,41/46
[29] Tevrat;Tekvin,50/26
[30] Tevrat;Çıkış,1/8-16
[31] Tevrat;Tekvin,17/8-9
[32] Tevrat;Tekvin,17/1
[33] Tevrat;Hezekiel,20/7
[34] Tevrat;Tesniye,32/45-47
[35] Tevrat;Yeşu,1/8
[36] Tevrat;Tekvin,17/10-14
[37] Tevrat;Tekvin,17/24-26
[38] Tevrat;Yeşu,5/2-5
[39] Tevrat;Yeşu,Bab1/16-18.
[40] Tevrat;Yeşu,Bab2/24.
[41] Tevrat;Yeşu,Bab23/2-4.
[42] Bakınız Yeşu kitabı; Bab13-23
[43] Tevrat;Yeşu,Bab18/4.
[44] Tevrat;Yeşu,Bab19/50
[45] Tevrat;Yeşu,20/1-9
[46] Tevrat;Yeşu,19/51
[47] Tevrat;Çıkış,23/23
[48] Tevrat; Tesniye,7/1-2
[49] Tevrat;Yeşu,6/20-24.
[50] Tevrat;Yeşu,6/24-29.
[51] Tevrat;Yeşu,10/26-28.
[52] Tevrat;Yeşu,10/34-40.
[53] Tevrat;Yeşu,11/8-14.
[54] Tevrat;Tekvin,21/27,32.
[55] Tevrat;Tekvin,26/1,6.
[56] Tevrat; Tesniye,14/11-16
[57] Tevrat; Tesniye,20/16-18; Tevrat;Çıkış,23/23; Tevrat; Tesniye,7/1-2
[58] Tevrat;Yeşu,Bab13/13.
[59] Tevrat;Yeşu,Bab15/63.
[60] Tevrat;Yeşu,Bab16/10.
[61] Tevrat; Tesniye,20/16-18
[62] Tevrat;Yeşu,Bab23/7.
[63] Tevrat;Çıkış,Bab23/28-33.
[64] Tevrat;Yeşu,Bab9/3-6.
[65] Tevrat;Yeşu,Bab9/14-15.
[66] Tevrat;Yeşu,Bab9/16-23.
[67] Tevrat;II.Samuel,Bab5/13
[68] Tevrat;I.Krallar,Bab11/1-3
[69] Tevrat;Hakimler,Bab3/5-6.
[70] 2/Bakara/190-193
[71] 4/Nisa/90
[72] 8/Enfal/61
[73] 9/Tevbe/6
[74] Roger Garaudy, İsrail Mitler ve Terör, s.35-55.
[75] 4/Nisa/54
[76]5/Maide/21
[77] Mukâtil b. Süleymân; Kur’an terimleri sözlüğü, s.258
[78] 17/Isra/1
[79] Mukâtil b. Süleymân; A.g.e, s.258
[80] 21/Enbiya/71
[81] 7/Araf/137
[82] 10/Yunus/93
[83] 21/Enbiya/105
[84] 2/Bakara/124

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Nureddin VURGUN 1 yıl önce

Yahudi inancına göre Arz-ı Mevud topraklarının bir kısmı Türkiye sınırları içindeki ve 11 ili kapsayan küçük kıyamet gibi afetin yaşandığı bölgede bulunuyor. Bu bölgede yaşayan müslüman halkımız her namazdan sonra "Allahım bizi görünür görünmez afatlardan koru...!" diye dua ettiklerini sanıyorum. Israil'deki Haham da "Tanrım, bize vaad ettiğin topraklarımızı işgal eden, gasp edenleri yerle bir et!" diye dua ediyordur diye düşünüyorum. Düşünüyorum da işin içinden çıkamıyorum. Müslümanlar duayı Hakk'a ulaştırmakta problem yaşıyorlar, sanırım. Samimiyetten yoksun, müslüman olmakla yaptığı boş gurur, böbürlenme ve kendine müslümanlık hali, yaptıkları kendisine mübah, başkasına günah anlayışı gibi islamın özünden uzak, ikiyüzlü yaşam biçimi bu iletişimsizlikte rol oynayabilir mi?
Depremde ölenlere Allah rahmet etsin, etmiştir de. Çünkü onlara şehit mertebesi veren müslümanlıktır. Ama yaşam ölüme tercih edilir. Nedeni vardır. Yoksa şehit olacağını bilen biri ölümü güzel görebilir. ...